Özellikle FETÖ darbesi sonrası yaygınlaşan Türkiye aleyhtarı propagandanın izlerini dışarıda çok daha net görmek mümkün. Batı`dan yayın yapan veya Batı`nın güdümünde olan Arapça TV kanallarını ve basını takip eden Müslüman halklarda, son dönemlerde yaşananlarla alakalı Türkiye hakkında çok olumsuz yargılar oluşmuş.
Yaşanan süreci, Türkiye`nin diktatörleşme süreci olarak görenlerin sayısı az değil ve gün geçtikçe sayıları artıyor. Bunların çoğu da okumuş ama yaşananları dışarıdan okuyan kesimler.
Türkiye`nin 90 yılını, yaşanan dönemleri, nasıl bir devlet yapısına ve anayasa sahip olduğu, hâkim ideolojiyi ve toplumdaki enkazlarını, Türkiye`de bugün yaşananların ne olduğunu, arkasında kimin olduğunu okuyamamış...
Eskiden “İngiliz Lawrence” Arap kılığına girer, Arapça konuşur, İslam beldelerini karış karış dolaşır, fitne tohumlarını ekerdi. Şimdi ise Batı`dan yayın yapan Arapça kanallar, Arap kılığına giriyor, Araplar gibi konuşuyor, Arapların içinden konuşuyor, ev ev dolaşıyor, bu işi yapıyor. Yani eskinin bir “İngiliz Lawrence”sine karşılık, şimdi milyonlar Lawrence görevi gören araçlar var.
Sadece Arap âlemi değil, bunu Türkiye`de ve İran`da da görmek mümkün. Sadece TV ve gazete üzerinden değil; siyasiler, hatipler ve yazarlar üzerinden de yapıyorlar.
İçerinin gerçeklerini bilmeden ve görmeden dışarıdan, Batı`nın dürbünü ile içeriye bakmak ne kadar yanlış ise, iç dünyaya kafasını gömüp dışarıyı, dışarının dahlini ve planlarını görmemek de o kadar yanlıştır. Belki daha tehlikeli sonuçlar doğurur.
Batı`nın, iç unsurları kullanarak içeriyi karıştırmaya ve amaçlarına ulaşmaya çalıştığını hepimiz kendi ülkesinde görüyor ve kabul ediyoruz. Ancak söz konusu İslam âleminin bütününde bu okumayı yapmak olunca, çoğu Müslüman, iç düşmanlıklar ve farklı sebeplerle bunu görmek istemiyor.
Batı`nın Türkiye`yi karıştırmak istediği kadar, İslam âlemini karıştırmak isteyişini de görmek lazım. Batı`nın Türklerle Kürtleri çatıştırmak istediği kadar Sünnilerle Şiileri, Türkiye ile İran`ı savaştırmak istediğini de görmek lazım. Görmek de yetmiyor. Teröre ve zulme karşı çıkma eylem ve söylem biçimleri ile buna alet olmamak lazım.
Ama maalesef önceki yazımda da belirttiğim gizli bir el, İslam âleminde ağlarını örümcek misali örüyor. İslam âleminde bu ağa takılan sineklerin sayısı gün geçtikçe artıyor.
Sahabeye küfreden ve Şiicilik yapanlar ile Sünni dünyaya tekfirciliği pompalayanlar da buna hizmet ediyor.
Afrika açlıktan kırılıyor, cehalet insanları şeytanın kucağına itmiş. Ancak buralarda 70, 80 model her tarafı dökülmüş minibüslere asılmış olan modern TV`lerde gün boyu tekfirci alimlerin Şia düşmanlığı üzerine mebni vaazlarını görünce, işin tehlikesini daha bir idrak ediyorsunuz.
İşin vardığı noktanın anlaşılması için paylaşayım: Dünya Müslümanlarının teveccühünü kazanmış bir İslami hareketten yetkili biri ile konuşuyoruz. Söz Osmanlıca`dan açıldı. Ben de Osmanlıca`nın Türkçe, Arapça ve Farsçadan mürekkep bir dil olduğunu söyledim. Farsçayı duyunca yüzünü ekşitti ve o ekçi yüzle “Farsçayı seviyor musun” dedi. Acı acı gülümsedim ve “Ahi, unuttun mu diller Allah`ın ayetleridir. Allah`ın ayetleri nasıl sevilmez!? Bu noktaya gelmememiz lazım” dedim, ama doğrusu çok üzüldüm ve çok da ürktüm.
Artık “Lawrence”lere gerek kalmamış herhalde. Biz kendi kendimizin “Lawrence”i olmuşuz.
Öyle bir noktaya doğru gidiyoruz ki; yarın Şii-Sünni, İran-Türkiye savaşı çıkarmanın dışında Batı, Türkiye`ye veya İran`a saldırsa, iki taraf karşılıklı birbirleri için “oh oldu, hak etmişlerdi” diyecek. Allah muhafaza!