Pek çok yönleri ile kirli bir zamanda ve dünyada yaşıyoruz. Özellikle medyanın yaygın bir şekilde sosyal hayata dahil olmasıyla insanoğlunun sahip olduğu değerler hızla yozlaşmaya, erimeye başladı. Gerçi tarih boyunca insani ve ahlaki değerler toplumlarda varlık sorunu yaşamıştır. Ancak tarihin hiç bir döneminde günümüz dünyasında olduğu kadar ahlak ve insanlık sorunu yaşanmamıştır. Eski dünyanın iletişim ve ulaşımı çok yavaş ve ağır olduğu için, düşünce ve yaşam biçimlerine dair transferler de paralel yavaşlıkta ve ağırlıkta idi. Yani kıtalar ve ülkeler arası kültürel etkileşim uzun yılları alıyordu. Bir kıtadaki, bir ülkedeki bir kötülük bir başka kıtaya, ülkeye ulaşıncaya ve toplumda yayılmaya başlayıncaya kadar ömürler bitiyordu.
İletişim ve ulaşımın yaygınlaşması ve hızlanması ile beraber kötülükler de hızla yayıldı ve yaygınlaştı. Kötülüklerin dünya üzerinde yaygınlaşmasıyla insani ve ahlaki değerler de yok olmaya başladı. Değerlerin yok olduğu bir dünya, mana yönü ile çok ciddi kirlendi. Başta da dediğim gibi bu kirlilikte başrolü medya oynadı.
Medya toplumsal yaşantıyı hedef aldı. Başta reklam, dizi film ve filmler olmak üzere yaptığı yayınlar ile tasarlanmış ahlaksızlık modellerini toplumlara giydirdi. Ancak medya sadece toplumsal yaşantıyı kirletmedi.
Medya ile beraber tabir-i caizse toplumsal zihinlerin namusuna da girildi ve sihinsel namuslar kirlendi. Medya merkezli olarak kirlenen bir dünyada, toplumlar yaşantıda ahlaki ve insani değerlerini koruyamadığı gibi, inanç ve fikirlerinde de ahlaki ve insani değerlerini koruyamadı.
Medya, şer odakların plan, projelerini gerçekleştirmek için toplumları kirletmede adeta operasyonel bir güç olarak kullanılıyor. Hemen hemen bütün ülkelerin medyasının Yahudiler`in elinde ve dünya üzerinde siyonizmin emellerine hizmet amaçlı kullanılıyor olması, medyanın üstlendiği rolün arka dayanağını ortaya koyuyor. 28 Şubat darbesi bu operasyonel gücün psikolojik harekattaki etkisi ile gerçekleştirildi. Gezi Parkı olaylarında da zihinleri kirleten medya, bu yönü ile devredeydi.
Neticede bugün toplumlar, yaşanan olaylara medyanın kirletmiş olduğu zihinlerle bakıyorlar. Yaşam biçimlerinin ve zihinlerin kirlendiği ve bu kirliliğin de her gün başka renk aldığı bir dünyada temiz kalmak zordur.
Yaşadığımız ülkede gelişen olaylar karşısında tavır almak zorundayız. Ancak bu ülkede gerçekleşen olaylar çok çabuk bir şekilde ideolojik bir kimliğe bürünüyor ve derin hesapların organizesine dönüşüyor. Olaylar ortaya çıkış sebeplerinden uzaklaşıp, planlı ve organizeli bir şekil alıyor. Hal böyle olunca da yaşanan herhangi bir mesele bağımsız bir şekilde ele alınamıyor. Tepki gösterenler de tepki gösterilenler de kimlikleri üzerinden bütünsel bir şekilde ele alınıyor. Parça parça değerlendirmeler de bu bütünsel kimlik nazarıyla değerlendirliyor. Dolayısıyla haklılık nazarıyla yaklaşımın insafını tutturmak da çok zor oluyor.
Toplumsal olaylarda toplumsal algı da önem kazanıyor. Bazen haklı olunduğu halde toplumsal algı göz önünde bulundurulmadığı taktirde haksız konuma da düşülebiliyor. Ayrıca toplumun genelinde kabul görenlere yönelik eleştiriler sıkıntılı olduğu kadar, ideolojik mahiyet kazanan olayları da derin hesaplardan ve ideolojik kimliklerinden bağımsız değerlendirerek tavır geliştirmek de sıkıntılıdır. Bu konuda toplumsal algı hemen devreye giriyor. Olaylar esnasında ne söylediğiniz değil, kime karşı söylediğiniz daha çok dikkate alınıyor ve bununla konumlandırılıyorsunuz. Söylenenlerin zamanlaması da önemli. Normal zamanlarda toplumsal kabul görenlere yönelik eleştiriler ve saldırılar sıkıntı iken, ideolojik kamplaşma hali almış zamanlarda bu daha bir sorun oluyor.
İslami sorumlulukları olan, İslami hedef ve amaçlar doğrultusunda çalışmalarda bulunan bizim gibi yapıların bu ülkede tavır belirlemesi gerçekten zordur. Bir tarafta toplumdaki çok kutupluluk, kamplaşma, çatışma; diğer tarafta iktidarın yanlış icraatları veya temel hak ve hürriyetler konusunda devam eden mağduriyetlere gösterilmesi gereken tepkiler, öte tarafta cumhuriyetin zulmüne uğramış ve hep ötekileştirilmiş çoğunluğun kavuştuğu hizmet ve nimet karşısında iktidardan hoşnutluğu hak ve hikmet ikileminde hareket etmeyi zorlaştırıyor.
Tüm keşmekeşliğe rağmen her hak sahibine hakkını vermemiz lazım. Gezi Parkı olaylarında da öyle yapmaya çalıştık. Mesele İslam ve karşıtlığı olunca her şeyi bir tarafa bıraktık. Hatta Ak Parti`nin düzenlediği mitinge bu nazarla bakıldı ve katılım yoluyla destek verildi. Ancak Erdoğan, bu desteği yanlış yorumladı: “İşte buradakiler devletine, bayrağına sahip çıkmak için buradalar” dedi. Halbuki oraya gidenlerin içinde son dönemlerde eşleri devletin zulmüne uğrayıp ceza almış kimseler de vardı. Onlar altı aylık bebeği ile alçak saldırıya uğrayan anneye sahip çıkmak, İslam`a ve İslam`ın kutsallarına sahip çıkmak için oradaydılar, kendilerine zulmeden bir devlete sahip çıkmak için değil!
Hak üzerine olmak duası ile...