El Kassam Tugaylarının 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı operasyonunun ardından israilin Gazze’ye yönelik katliamı, soykırımı, yıkıcılığı, caniliği, vahşiliği devam ediyor. Dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu saldırı ve savunmalarda iki gücün savaşı göze çarpıyor. Biri, El Kassam ve Kudüs Tugaylarının sadece askeri hedeflere yönelik adrese teslim savaşı, diğeri de israilin bebeklere, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, topyekûn sivil halka karşı açtığı savaştır.
İsrailin saldırılarında, mücahidlerden kaç kişinin şehid olduğuna dair bir bilgi henüz yok, ancak israil medyası ve zaman zaman israilli yetkililerden yapılan gayri resmî açıklamalara göre mücahidlerin sayısında anlamlı bir eksilme bulunmamakta, mücahidler gücünü korumakta, savaş kabiliyetleri devam etmekte ve israil ordusuna zayiat vermeyi sürdürmektedirler. Mücahidlerin gücünü kıramayan ve direkt olarak mücahidlerin karşısına çıkma cesareti gösteremeyen israil birlikleri, tüm hıncını Gazze’nin sivil halkından alıyor. Sekiz ayını doldurmak üzere olan saldırılarda katlettiği 40 bine yakın insanın çoğu kadın ve çocuklardan oluşuyor.
Ataları, Allah tarafından maymun ve domuzlara çevrilmiş olan bir kavmin torunları olan Yahudilerin bu savaştaki tek başarıları, dünyaya ne kadar aşağılık bir millet olduklarını çok net bir şekilde ispatlamalarıdır. Dünya, bu savaş vesilesiyle Yahudilerin insanlık için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu ayne’l-yakin bir şekilde anladı. Hiçbir hukukun kabul etmediği bir şekilde insanları açlık ve susuzlukla cezalandırmak; bebekleri, çocukları, kadınları, yaşlıları öldürmek, şehirlerin altını üstüne getirmek ve daha birçok cürmü işleyen bir kavmin insanlığa kaos, yıkım ve katliamlardan başka sunacakları bir değerin olmadığı vicdan taşıyan herkes tarafından anlaşıldı. Rahmetli Necip Fazıl’ın deyimiyle yumurtalarını pişirmek için dünyayı yakabilecek kadar dünyayı babalarının tarlası, insanlığı da köleleri olarak gördüklerine dair ne kadar kitap yazılsa ne kadar konferans verilse ne kadar film yapılsa 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye yaptığı saldırılarda ortaya koyduğu vahşet kadar israillilerin asıl yüzlerini göstermek mümkün olmazdı.
Neredeyse tarihleri boyunca gittikleri her yerden kovulmalarına, sığındıkları her toplumdan dışlanmalarına, Mısır toplumunda köleleştirilmelerine, Babil’e sürgün edilmelerine, Romalılar tarafından katledilmelerine, Avrupa’nın her bir ülkesinden defalarca çıkarılmalarına, en son Hitler’in gadrine uğramalarına sebep olan etkenin ne olduğu artık iyice ortaya çıkmıştır. Tüm bu sürgün ve esaretlerinin sebebi, onların bozguncu bir kavim olmalarıdır. Onlar, kendilerine kol kanat geren toplumların dahi alttan içlerini oyan ve düşmanlarıyla iş birliği yapıp yaşadıkları devleti çökertmeye çalışan bir kalleşliğe, insanları birbirine düşüren bozguncu bir karaktere sahiptirler. Bu karakterlerini inançlarından alan Yahudiler, Talmud’a göre yabancıları soyabilir, mülk ve ticaretlerini ellerinden alabilir. Yine Talmud’a göre Yahudi olmayanlar insan değil, birer hayvan oldukları için yabancılara karşı yemin, hile ve aldatma çok normal görülmüştür. Bu inanca göre yabancıların kanlarını dökmek Allah’a kurban sunmak anlamını taşımaktadır.
Kendilerine gönderilen peygamberleri dahi öldürmekten çekinmeyen, buna rağmen kendilerini seçilmiş ırk olarak gören, Allah’ın oğulları ve gözdeleri iddiasında bulunacak kadar hadlerini aşan, “Allah fakir, biz zenginiz” (Al-i İmran: 181) deme cüretinde bulunan bir toplumdan kan içicilikten başka ne beklenebilir? Peygamber evlatları olmalarına rağmen kendi kardeşlerini (Hz. Yusuf) dahi öldürme teşebbüsünde bulunan sonra da onu köle olarak satanların çocukları olan Yahudilerin, kendilerinden olmayanlara karşı merhametli olmalarını beklemek saflık olacaktır. İnsanlık, onların gerçek yüzlerini görmüş ve Yahudiler var oldukça dünyada huzur, barış, güvenlik ve adaletin olmayacağını anlamıştır. O halde yapılması gereken şey, israilin olmadığı bir dünya tesis etmektir.