Yıllar boyunca ülkenin en öncelikli gündemlerinden biri Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye ilişkileriydi maalesef. Maalesef diyorum çünkü bizce bu konu ülkenin en önemli ve öncelikli gündemlerinden biri olmayı gerektirmiyordu. Ne var ki yıllar boyunca bu gündemle yatıp bu gündemle kalktık. AB üyeliği için yerine getirmedik kriter bırakmadık. AB`nin öne sürdüğü bütün şartları ve istekleri eksiksiz yerine getirmeye gayret ettik. Peki, sonuç ne oldu? AB bizi üyeliğe kabul etti mi? Etmedi tabi, etmeyecek de.
15 Temmuz darbe girişimi ve 16 Nisan referandumu sürecinde Avrupa ülkelerinin Türkiye`ye karşı takındıkları tavır ve kendi ülkelerinde Türkiyeli bakanlara karşı uyguladıkları davranışlar, Türkiye`nin Avrupa`ya bakışında ciddi değişiklikler meydana getirdi. Sadece bunlar değil tabi. Avrupa`nın son zamanlarda ırkçılık ve İslamofobik faaliyetlerde bulunması, Türkiye`nin terör örgütü olarak gördüğü yapılara ülkelerinde kucak açması, söz konusu örgütlerin propaganda yapmaları için her türlü kolaylığı sağlaması ve özellikle Almanya`nın Türkiye`yi her fırsatta zorda bırakmaya çalışması da bazı gelişmeleri beraberinde getirdi.
Bu gelişmelerin tümü AB ile yürütülen müzakerelere yansıdı. Bunlarla birlikte Avrupa, yıllardır kapısında beklettiği Türkiye`ye karşı gerçek niyetini ve gerçek yüzünü göstermeye başladı. Avrupa`ya göre Türkiye AB`ye muhtaçtı; AB üyeliği, Türkiye için olmazsa olmazlardandı. O yüzden AB`nin öne süreceği her şarttı Türkiye kabul edecekti, etmek zorundaydı. Son bir iki yılda yaşanan gelişmelerle birlikte Türkiye, Avrupa`nın gerçek ve murdar yüzünü görmesi neticesinde yönünü yavaş yavaş Avrupa`dan çevirmeye başladı.
Türkiye`nin AB`den uzaklaşıp yönünü başka tarafa çevirmesi, Avrupalı kimi liderleri endişeye sevk etti. Türkiye`nin tek başına bağımsız bir güç olmasına ve özelikle de İslam ülkeleriyle birlik olmasına engel olmak için yeniden müzakereleri işaret edecekler ve Türkiye`nin yanında oldukları imajını vermeye çalışacaklar. Türkiye`yi yeniden AB`nin kapısında bekletmeyi hedefleyen liderlerden biri Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. Fransız Cumhurbaşkanı Macron bir Yunan gazetesine verdiği röportajda, Türkiye`nin son aylarda AB`den uzaklaştığını kabul ediyor ve bunun bu şekilde devam etmemesini ve ilişkilere son verilmesinden mutlak surette kaçınılması gerektiğini söylüyor. Bundan kısa bir zaman önce de AB Dışişleri Bakanları, Türkiye`yle üyelik müzakereleri devam etmeli açıklamalarında bulunmuşlardı.
Bizce bu açıklamaların hiçbir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Ne Fransa Cumhurbaşkanı`nın ne de AB Dışişleri Bakanları`nın. Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye`yi aralarına almak gibi bir niyetleri yoktur; Türkiye`yi onlarca yıl daha kapılarında uşak olarak bekletmektir amaçları. Avrupa Birliği`nin lokomotifi olan Almanya ve Fransa başta olmak üzere pek çok ülkenin yöneticileri tarafından tam üye olarak Türkiye`nin AB`ye kabul edilmeyeceği daha öncelerde zaten defalarca dile getirilmişti.
Dolaysıyla, AB ile müzakereler konusunda Türkiye`nin bundan böyle atacağı adımlarda mutlak surette tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurulmalıdır. AB`ye sırtını çeviren Türkiye, bir kez daha yüzünü AB`ye dönmemelidir. AB`den uzaklaşan Türkiye, bir kez daha AB`ye yakınlaşmayı düşünmemelidir. Türkiye`nin geleceğinde, Müslüman halkları sömürmeyi hedefine koyan Avrupa Birliği`nin yeri yoktur, olmamalıdır. Merhum Erbakan Hoca`nın ifade ettiği gibi; “Avrupa Birliği bir Haçlı kulübüdür. Hıristiyan ittifakıdır. Bu Hıristiyan ülkeler topluluğunda Türkiye`nin yeri olamaz.”
İnsanlığa verebilecek hiçbir şeyi kalmayan Avrupa Birliği`ne girmenin Türkiye`ye hiçbir faydası olmayacak bilakis Türkiye`yi değerlerinden ve diğer İslam ülkelerinden uzaklaştıracak. Bu da Türkiye ve İslam âleminin geleceği için bir felaket olur. Bugün İslam beldelerinde yaşanan mezalimlerin ana sebebinin Batı`nın doymak bilmez açlığı olduğu gerçeği göz önündeyken, bir Müslüman ülke olarak bizler neden AB`ye girmek isteyelim ki. AB üyeliği bizlerin olmazsa olmazı değildir. AB`ye girmeye çalışacağımıza bütün İslam ülkelerini dış güçlerin bağımlılığından kurtarıp birlik yapmaya çalışsak, hem ülkemiz için hem de dünya Müslümanlarının aydınlık geleceği için daha faydalı olacaktır. Müslümanlar olarak bu bizim hem en önemli ve hem de en öncelikli meselemizdir.