“Allah yolunda canlarını feda eden yiğitlere, ölüler demeyin. Hayır, onlar ölü değil, ebedî hayat ile diridirler. Fakat siz onlardaki hayatın farkına varamazsınız.” (Bakara/154)
İnsanlık tarihinde Allah`ın aziz davası uğruna mücadele ederken, İslam düşmanları tarafından şehit edilen birçok yiğit ve muhterem şahsiyet vardır. O aziz şehitler ki, hayatları boyunca tek gaye peşinde gitmişlerdir. İlahi öğretiler ışığında insanlara yol göstermiş, topluma yön vermişlerdir. Aziz İslam davasının selametini her şeyden ve herkesten üstün tutmuşlardır. Karşılaştıkları sıkıntı ve musibetlere sabretmişler, baskı ve dayatmalara tahammül ve mukavemet göstermişlerdir.
Hangi şehidin hayatında fedakârlık yoktur ki… Hangisi İslam düşmanlarının saldırılarına duçar kalmamış ki… Hangisi insanların ahlaki yozlaşmadan uzaklaşması için gecesini gündüze katıp aziz dava yolunda cehd göstermemiş ki… Ulvi ve kutsal vazife için sorumluluk yüklenmemiş ki… Davanın tebliğ edilmesi, yayılması ve kötülüklerin engellenmesi için küfür ve şirke karşı mücadele etmemiş ki…
Bütün şehitlerin ortak noktalarıdır dava yolunda fedakârlık göstermeleri… Dava için serdengeçti olmaları… Bütün imkân ve vakitlerini seferber etmeleri… İlahi öğretiler ışığında insanlara yol göstermeleri… İslam düşmanı zalimlerin karşısında Ali olup hakkı haykırmaları… Mus`ap olup yozlaşmış toplumlara örnek olmaları… Hüseyin olup Yezitlere boyun eğmemeleri…
Çorak toprakları mücadele azmi ve örnek yaşantısıyla yeşerten ve bereketlendiren ŞEHİD REHBER de, bahse konu ettiğimiz korkusuz yiğitlerden ve muhterem şehitlerden biridir.
ŞEHİD REHBER, genç yaşından itibaren teşkilatçı kişiliğiyle tanınmıştır. Müslümanların sayıca az olduğu bir dönemde çok ağır bir sorumluluğun altına girmiş ve büyük bir yükü omuzlayarak davanın temellerini atmıştır. Davayı bütün insanlara götürmek için gece gündüz demeden çalışmış, gayret göstermiştir. Bazen yüzlerce kilometrelik yolu yürüyerek kat etmiş, çorak topraklara hidayet tohumlarını ekmekten geri durmamıştır. Tabi kısa bir süre sonra ise bu mücadelesinin karşılığını misliyle almıştır.
Yaşamı boyunca İslam`a hizmetten ve dava saflarında mücadele etmekten bir an bile geri durmayan ŞEHİD REHBER, ömrünün en bereketli çağında sevenlerine çok değerli öğretiler ve kutlu bir miras bırakarak Rabbine göçmüş, dar-ı bekaya intikal etmiştir.
Sevenlerine kutlu bir miras bırakarak Peygamberlerin dahi gıpta ettiği şehadete koşar adımlara yürüyen ŞEHİD REHBER`i rahmet ve minnetle yâd ettiğimiz “Ocak”ın bu soğuk gününde, âcizane o yüce şahsiyet hakkında birkaç kelam etmek ister; duygularımı, şehadetinin 14. yıldönümünde bir kez daha siz değerli okurlar ile paylaşmak isterim.
REHBERİM! Kelimelerin kifayetsiz, kelamın ehemmiyetsiz, kalemin manasız ve aciz kaldığı bir zamanda sana gelmek için yola koyuluyorum, yüreğimi kor ateş gibi tutuşturan bu Ocak ayında... Kalbim tir tir titriyor, ruhum daralıyor, gözlerim karanlığa gömülüyor aydınlıkların içerisinde… Haykırmak istiyorum, dertlerle dolu kalbimi azgın dalgalara teslim etmek, her şeyden ve herkesten vazgeçip sana ulaşmak, rabbime kavuşmak istiyorum. Efendim Resullullah`a, Üstadım Bediüzzaman`a, muallimim el-Benna`ya varmak, gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Biliyorum, ancak beni rehberler anlar.
Yeryüzü sana hasret. Ümmet sana tutkun. Cemaat sana meftun. Ve ben sana âşık… Herkesin bir sevdiği var, herkesin bir özlediği… Herkes, sevdiğini ister veya özlediğini… Ben ise… Belli zaten kimi istediğimi… Seni istiyorum ve senin yolundan gittiklerini… Seni istediğimden beri dünyanın hiçbir değeri kalmadı gözümde. Ve her şey karardı gönlümde. Mutluluk, neşe, sevinç yok artık! Çünkü üzüntü, gam, keder ve acı var artık! Ama öyle bir acı ki; üzüntüleri sevince, kederi neşeye çeviren ve mazlumları Rabbe kurban eden bir acı… İşte ben, yani aşığın, yani sana meftun olan hür… Bu acılar içerisinde Rabbime kurban olmak istiyorum. Böylece kibirden, riyadan, hasetten, nefretten kirlenmiş dünyadan göç edip, sana ve İslam davasının aziz rehberlerine varmak istiyorum.
ŞEHİDİM! Şehadet ne güzeldir, sen iyi biliyorsun. Acıyı sevince, kederi neşeye çeviriyor, yalnızlığa ümit oluyorsun. Şefkatli ve merhametli ellerinle yaralı kalplere merhem oluyorsun. Zulmün çirkefliğine dayanamayıp dökülen gözyaşlarını nazlı nazlı siliyorsun. Gece yarılarındaki ağlayışları duyuyor, rahmet damlayan gözyaşları döküyorsun. Varlığın özü olan gözyaşlarını zifiri dehlizlerde âlemlerin Rabbine takdim ediyorsun. Etrafında pervane gibi dönen mustazafları teskin ve teselli ediyorsun. Her birine ayrı ayrı emsaller gösterip, davaya hizmete teşvik ediyorsun. Mazlumlara, mahrumlara, yalnızlıkla yollarda olanlara, karanlıklar içerisinde aydınlığı arayanlara bir mum oluyor, kalpleri aydınlatıyorsun. İslam`ın daha iyi anlaşılması ve yaşanılması için köy köy, kasaba kasaba dolaşıyor mustazaf yürekleri etrafında topluyorsun. Şahadete ulaşmak için de gece gündüz demeden çalışıyorsun. Ve mustazaf yürekleri on yedi yerden defalarca yaralayan acı günde şahadetin tatlı şerbetinden kana kana içiyorsun.
AZİZİM! Sen yoksun yanı başımda… Ve büyük emekler vererek yetiştirdiğin hareketinin başında… Ümmet yetim kalmış senden sonra… Çaresizlik diyarlarında kol gezer olmuş hak ve hakikat düşmanları… Şahsi kudret ve maddi menfaatler almış başını gidiyor. Fedakârlık, cefakârlık, sadakat, isar, ahde vefa tarih oluyor. Her günah mubah sayılmak isteniyor, kof bir zihniyetin temsilcileri tarafından… Yarenlerin mücadelelerinden geri kalmıyorlar, fakat kof zihniyetin temsilcileri sonsuzluğa sürüklemek için sahte aşk nağmelerini fısıldıyorlar kulaklarına… Deryanın coşkun ve köpüklü dalgaları misali…
Her şey çok değişti senden sonra… Ağaçların yaprakları yeşermiyor ve meyve vermiyor artık! Yıldızlar tüm cazibeleriyle göz kırpmıyorlar bana… Seher yeli, aşkın tatlı ve nazlı nağmelerini fısıldamıyor ilahi seslere hasret kalan kulağıma… Güneş, ısıya muhtaç vücudumu ısıtmıyor. Yağmur, ateş alevi gibi tutuşan bedenimi ıslatmıyor. Başlangıcı görünmediği gibi sonu da görünmeyen okyanuslar içimi ferahlatmıyor. Yanardağların derinliklerindeki azgın alevler gözümü korkutmuyor. Gezegenlerin esrarengiz sessizliği ruhumu ürkütmüyor. Dağların devasalığı yolumu şaşırtmıyor. Çöllerin bitmez yolu dimağımı kurutmuyor… Susuzluk, şaşkınlık, sessizlik, korku, acı, keder… Ve de zafer… Hepsi senle ne güzel!
Ben gönlümü sana kaptırmış divanen olmuşum. Yokluğunla ayılıp tekrardan var olmuşum. Korkulardan sıyrılıp sevinci unutmuşum. Yalnızlık ve kimsesizlikle gözyaşları dökmüşüm. Acılarla kıvranırken eziyetimi Rabbime şekva etmişim. En zor ve en acı musibetlerde yaralı kalbimi teskin ve teselli etmişim. İlahi mesuliyetten kaçmamak için yalnızlık ve kimsesizliğe tahammül etmişim. Yalnızlık ve kimsesizlik zincirlerinden azat olmuş, şahadet mektebinin en çalışkan ve en istekli talebesi olmuşum. Ve günden güne eriyen bedenimin damarlarında şahadet güvercininin altın tepside sunduğu şerbeti kana kana içmişim. Tıpkı senin gibi rehberim, tıpkı senin gibi...
İhtiyaçlarıma olan susuzluğum, seni düşünmeme sevk ediyor beni... Düşündükçe seni, ferahlıyor ruhum. Ne yapayım, hangi yola başvurayım? İçimde alev alev yanan yangını nasıl açıklayayım? Güzelliğin, saadetin, muhabbetin adresini nasıl gizleyeyim? Herkes rehberi için zaman harcarken, planlar yaparken ben nasıl durayım? Oysa sen neler yapmadın ki bizler için rehberim… Dünyanın tatlı ve alıcı nimetlerinden vazgeçmedin mi? Saadeti, hicret ve şehadet de bilmedin mi? Memleketini, toprağını, akrabalarını, o çok sevdiğin Bağözü`nü geride bırakıp yıllarca muhacerat yaşamadın mı? Muhacerattaki güneşin batışının büyüleyici güzelliği karşısında varlığının özü olan gözyaşlarını Rabbe takdim etmedin mi? Metropol gecelerinin dondurucu soğuklarında mustazafların çektikleri karşısında saatlerce gözyaşı döküp, yeni stratejiler belirlemedin mi? Ve en sonunda da… Ümmetin selameti, davanın sürekliliği için canını feda etmedin mi? Mus`ab gibi, Hamza gibi, İmam Hüseyin gibi şahadeti seçmedin mi azizim?
Şehadetinin yıldönümünde, ŞEHİD REHBER`i bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor; ruhunun şad, mekânının Cennet-ül Firdevs olmasını Allah-u Teâlâ`dan niyaz ediyorum.
İnsanlık tarihinde Allah`ın aziz davası uğruna mücadele ederken, İslam düşmanları tarafından şehit edilen birçok yiğit ve muhterem şahsiyet vardır. O aziz şehitler ki, hayatları boyunca tek gaye peşinde gitmişlerdir. İlahi öğretiler ışığında insanlara yol göstermiş, topluma yön vermişlerdir. Aziz İslam davasının selametini her şeyden ve herkesten üstün tutmuşlardır. Karşılaştıkları sıkıntı ve musibetlere sabretmişler, baskı ve dayatmalara tahammül ve mukavemet göstermişlerdir.
Hangi şehidin hayatında fedakârlık yoktur ki… Hangisi İslam düşmanlarının saldırılarına duçar kalmamış ki… Hangisi insanların ahlaki yozlaşmadan uzaklaşması için gecesini gündüze katıp aziz dava yolunda cehd göstermemiş ki… Ulvi ve kutsal vazife için sorumluluk yüklenmemiş ki… Davanın tebliğ edilmesi, yayılması ve kötülüklerin engellenmesi için küfür ve şirke karşı mücadele etmemiş ki…
Bütün şehitlerin ortak noktalarıdır dava yolunda fedakârlık göstermeleri… Dava için serdengeçti olmaları… Bütün imkân ve vakitlerini seferber etmeleri… İlahi öğretiler ışığında insanlara yol göstermeleri… İslam düşmanı zalimlerin karşısında Ali olup hakkı haykırmaları… Mus`ap olup yozlaşmış toplumlara örnek olmaları… Hüseyin olup Yezitlere boyun eğmemeleri…
Çorak toprakları mücadele azmi ve örnek yaşantısıyla yeşerten ve bereketlendiren ŞEHİD REHBER de, bahse konu ettiğimiz korkusuz yiğitlerden ve muhterem şehitlerden biridir.
ŞEHİD REHBER, genç yaşından itibaren teşkilatçı kişiliğiyle tanınmıştır. Müslümanların sayıca az olduğu bir dönemde çok ağır bir sorumluluğun altına girmiş ve büyük bir yükü omuzlayarak davanın temellerini atmıştır. Davayı bütün insanlara götürmek için gece gündüz demeden çalışmış, gayret göstermiştir. Bazen yüzlerce kilometrelik yolu yürüyerek kat etmiş, çorak topraklara hidayet tohumlarını ekmekten geri durmamıştır. Tabi kısa bir süre sonra ise bu mücadelesinin karşılığını misliyle almıştır.
Yaşamı boyunca İslam`a hizmetten ve dava saflarında mücadele etmekten bir an bile geri durmayan ŞEHİD REHBER, ömrünün en bereketli çağında sevenlerine çok değerli öğretiler ve kutlu bir miras bırakarak Rabbine göçmüş, dar-ı bekaya intikal etmiştir.
Sevenlerine kutlu bir miras bırakarak Peygamberlerin dahi gıpta ettiği şehadete koşar adımlara yürüyen ŞEHİD REHBER`i rahmet ve minnetle yâd ettiğimiz “Ocak”ın bu soğuk gününde, âcizane o yüce şahsiyet hakkında birkaç kelam etmek ister; duygularımı, şehadetinin 14. yıldönümünde bir kez daha siz değerli okurlar ile paylaşmak isterim.
REHBERİM! Kelimelerin kifayetsiz, kelamın ehemmiyetsiz, kalemin manasız ve aciz kaldığı bir zamanda sana gelmek için yola koyuluyorum, yüreğimi kor ateş gibi tutuşturan bu Ocak ayında... Kalbim tir tir titriyor, ruhum daralıyor, gözlerim karanlığa gömülüyor aydınlıkların içerisinde… Haykırmak istiyorum, dertlerle dolu kalbimi azgın dalgalara teslim etmek, her şeyden ve herkesten vazgeçip sana ulaşmak, rabbime kavuşmak istiyorum. Efendim Resullullah`a, Üstadım Bediüzzaman`a, muallimim el-Benna`ya varmak, gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Biliyorum, ancak beni rehberler anlar.
Yeryüzü sana hasret. Ümmet sana tutkun. Cemaat sana meftun. Ve ben sana âşık… Herkesin bir sevdiği var, herkesin bir özlediği… Herkes, sevdiğini ister veya özlediğini… Ben ise… Belli zaten kimi istediğimi… Seni istiyorum ve senin yolundan gittiklerini… Seni istediğimden beri dünyanın hiçbir değeri kalmadı gözümde. Ve her şey karardı gönlümde. Mutluluk, neşe, sevinç yok artık! Çünkü üzüntü, gam, keder ve acı var artık! Ama öyle bir acı ki; üzüntüleri sevince, kederi neşeye çeviren ve mazlumları Rabbe kurban eden bir acı… İşte ben, yani aşığın, yani sana meftun olan hür… Bu acılar içerisinde Rabbime kurban olmak istiyorum. Böylece kibirden, riyadan, hasetten, nefretten kirlenmiş dünyadan göç edip, sana ve İslam davasının aziz rehberlerine varmak istiyorum.
ŞEHİDİM! Şehadet ne güzeldir, sen iyi biliyorsun. Acıyı sevince, kederi neşeye çeviriyor, yalnızlığa ümit oluyorsun. Şefkatli ve merhametli ellerinle yaralı kalplere merhem oluyorsun. Zulmün çirkefliğine dayanamayıp dökülen gözyaşlarını nazlı nazlı siliyorsun. Gece yarılarındaki ağlayışları duyuyor, rahmet damlayan gözyaşları döküyorsun. Varlığın özü olan gözyaşlarını zifiri dehlizlerde âlemlerin Rabbine takdim ediyorsun. Etrafında pervane gibi dönen mustazafları teskin ve teselli ediyorsun. Her birine ayrı ayrı emsaller gösterip, davaya hizmete teşvik ediyorsun. Mazlumlara, mahrumlara, yalnızlıkla yollarda olanlara, karanlıklar içerisinde aydınlığı arayanlara bir mum oluyor, kalpleri aydınlatıyorsun. İslam`ın daha iyi anlaşılması ve yaşanılması için köy köy, kasaba kasaba dolaşıyor mustazaf yürekleri etrafında topluyorsun. Şahadete ulaşmak için de gece gündüz demeden çalışıyorsun. Ve mustazaf yürekleri on yedi yerden defalarca yaralayan acı günde şahadetin tatlı şerbetinden kana kana içiyorsun.
AZİZİM! Sen yoksun yanı başımda… Ve büyük emekler vererek yetiştirdiğin hareketinin başında… Ümmet yetim kalmış senden sonra… Çaresizlik diyarlarında kol gezer olmuş hak ve hakikat düşmanları… Şahsi kudret ve maddi menfaatler almış başını gidiyor. Fedakârlık, cefakârlık, sadakat, isar, ahde vefa tarih oluyor. Her günah mubah sayılmak isteniyor, kof bir zihniyetin temsilcileri tarafından… Yarenlerin mücadelelerinden geri kalmıyorlar, fakat kof zihniyetin temsilcileri sonsuzluğa sürüklemek için sahte aşk nağmelerini fısıldıyorlar kulaklarına… Deryanın coşkun ve köpüklü dalgaları misali…
Her şey çok değişti senden sonra… Ağaçların yaprakları yeşermiyor ve meyve vermiyor artık! Yıldızlar tüm cazibeleriyle göz kırpmıyorlar bana… Seher yeli, aşkın tatlı ve nazlı nağmelerini fısıldamıyor ilahi seslere hasret kalan kulağıma… Güneş, ısıya muhtaç vücudumu ısıtmıyor. Yağmur, ateş alevi gibi tutuşan bedenimi ıslatmıyor. Başlangıcı görünmediği gibi sonu da görünmeyen okyanuslar içimi ferahlatmıyor. Yanardağların derinliklerindeki azgın alevler gözümü korkutmuyor. Gezegenlerin esrarengiz sessizliği ruhumu ürkütmüyor. Dağların devasalığı yolumu şaşırtmıyor. Çöllerin bitmez yolu dimağımı kurutmuyor… Susuzluk, şaşkınlık, sessizlik, korku, acı, keder… Ve de zafer… Hepsi senle ne güzel!
Ben gönlümü sana kaptırmış divanen olmuşum. Yokluğunla ayılıp tekrardan var olmuşum. Korkulardan sıyrılıp sevinci unutmuşum. Yalnızlık ve kimsesizlikle gözyaşları dökmüşüm. Acılarla kıvranırken eziyetimi Rabbime şekva etmişim. En zor ve en acı musibetlerde yaralı kalbimi teskin ve teselli etmişim. İlahi mesuliyetten kaçmamak için yalnızlık ve kimsesizliğe tahammül etmişim. Yalnızlık ve kimsesizlik zincirlerinden azat olmuş, şahadet mektebinin en çalışkan ve en istekli talebesi olmuşum. Ve günden güne eriyen bedenimin damarlarında şahadet güvercininin altın tepside sunduğu şerbeti kana kana içmişim. Tıpkı senin gibi rehberim, tıpkı senin gibi...
İhtiyaçlarıma olan susuzluğum, seni düşünmeme sevk ediyor beni... Düşündükçe seni, ferahlıyor ruhum. Ne yapayım, hangi yola başvurayım? İçimde alev alev yanan yangını nasıl açıklayayım? Güzelliğin, saadetin, muhabbetin adresini nasıl gizleyeyim? Herkes rehberi için zaman harcarken, planlar yaparken ben nasıl durayım? Oysa sen neler yapmadın ki bizler için rehberim… Dünyanın tatlı ve alıcı nimetlerinden vazgeçmedin mi? Saadeti, hicret ve şehadet de bilmedin mi? Memleketini, toprağını, akrabalarını, o çok sevdiğin Bağözü`nü geride bırakıp yıllarca muhacerat yaşamadın mı? Muhacerattaki güneşin batışının büyüleyici güzelliği karşısında varlığının özü olan gözyaşlarını Rabbe takdim etmedin mi? Metropol gecelerinin dondurucu soğuklarında mustazafların çektikleri karşısında saatlerce gözyaşı döküp, yeni stratejiler belirlemedin mi? Ve en sonunda da… Ümmetin selameti, davanın sürekliliği için canını feda etmedin mi? Mus`ab gibi, Hamza gibi, İmam Hüseyin gibi şahadeti seçmedin mi azizim?
Şehadetinin yıldönümünde, ŞEHİD REHBER`i bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor; ruhunun şad, mekânının Cennet-ül Firdevs olmasını Allah-u Teâlâ`dan niyaz ediyorum.