Suriye iç savaşının, belki de ABD`den Rusya`ya, Avrupa`dan komşu ülkelere kadar pek çok aktörün değişken bir denklemde yer alması nedeniyle uluslararası savaşın demek lazım, patlak verdiği yıldı, bir kitabevinde raflara bakınıyordum. Suriyeli bir mülteci, kitapçıya el kol hareketleriyle ve basit birkaç İngilizce kelimeyle derdini anlatmaya çalışıyor, ancak kitapçı ile bir türlü iletişim kuramıyordu.
Olaya müdahil olma ihtiyacı hissettim. Çat pat İngilizce konuşmaya çalışması nedeniyle: “Can you speak English?” diye sordum. Ancak “No, no!” diye cevap verdi. Suriyeli olması nedeniyle sorumu Arapçaya çevirdim: “Hel tarif bil Arabiyye?”. Bu kez de “La, la!” diye yanıtladı. Türkçe bilmediği zaten belliydi. Geriye son bir ihtimal kalmıştı, soruyu Kürtçe ifade ettim: “Kürdî zâni?”
Bu soruya aldığım cevapla birlikte Suriyeli soydaşımızla iletişim kanallarımız açıldı. Kürtçe-Türkçe günlük konuşmalar, diyalog kitabı tarzı bir şey arıyormuş. Garibim ne bilsin ülkemizde Kürtçenin yasaklı bir dil olmaktan yeni yeni kurtulduğunu, halen pek çok temel insani ve İslami haktan mahrum olduğunu… Biraz sohbet ettik ve kendisini aradığı kitabı bulması muhtemel başka bir kitabevine yönlendirdim.
Benim baba tarafı Arap, anne tarafı Kürt, hanım tarafı ise Türk. Dolayısıyla az biraz Türkçe, Kürtçe ve Arapça bilirim. Az biraz İngilizceyi de devletin bir türlü öğretemediği eğitim sistemiyle değil, şahsi çabamla öğrendiğimi söyleyebilirim.
Anadilimin Kürtçe olması ve çocukluk ile ilk gençlik yıllarımın Kürtçenin temel iletişim dili olduğu bir şehirde geçmesi nedeniyle Kürtçeyi çok iyi bildiğimi söylememe gerek yok herhalde.
Ancak belli bir yaşa kadar ben Kürtlerin ve dahi Kürtçenin sadece ülkemizin güneydoğusunda birkaç şehirde var olduğunu sanırdım. Oysaki 1990`larda Körfez Savaşı`ndan sonra Irak`tan gelen soydaşlarımız ile Kürtlerin yalnız Türkiye`de değil, aynı zamanda Irak, İran ve Suriye`de de yoğun olarak yaşadıklarını yakinen müşahede ettim.
Sınır ötesindeki bir soydaşımızla aynı buradaki bir kardeşimle, dayıoğlumla konuştuğumuz gibi konuşabiliyorduk. Ama yüzyıl önce emperyal ülkeler tarafından bir kavim, yapay sınırlar ile ayrılmış ve bölge ülkeleri de ne yazık ki aynı babanın çocuklarının birbirlerine karşı yabancılaşması için katkıda bulunmaktan(!) geri durmamıştı.
Evet, bugün Kürtler Türkiye dışında komşu ülkelerde de varlığını sürdüren İslam ümmetinin azalarından biri, hatta yetim ve öksüzü desek abartmış olmayız, diye düşünüyorum.
Kürtlerin ülkemizle sınırlı olmadığı gerçeğini ben 25-30 yıldır kavramış durumdayım. Ama ne yazık ki hem rical-ı devletin kahir ekseriyeti hem de Türk kamuoyu, üstelik İslamcı olanları da, bugün dahi bu hakikati bir türlü anlamıyor, anlamak istemiyor.
Bu konuyu ele aldığım bir önceki makalede de yine şu soruyu yöneltmiştim:
Madem bu ülke; Türk, Kürt, Arap, Çerkez… hepimizin, ki doğrusu da bu, o zaman neden Irak`taki Türkmenler soydaşımız olsun da Kürtler olmasın?
Neden Suriye`deki Türkmenler soydaşımız olsun da Kürtler olmasın?
Neden İran`daki Azeriler soydaşımız olsun da Kürtler olmasın?
Oysaki bir Türk kardeşimiz için; bir Türkmen, bir Azeri, bir Kırgız, bir Kazak ne ise Kürtler için de komşu ülkelerde yaşayan Kürt soydaşları o desem, inanın, bu bile haksızlık olur. Zira ifadeyi şöyle düzeltmek gerekir: Bir Türk için komşu ülkelerdeki Türkler, Batı Trakya`daki Türkler ne ise Kürt kardeşlerimiz için de komşu ülkelerdeki Kürtler odur, ne eksik ne fazla.