Geçenlerde okuduğum bir mülâkatta, ülkemizde gazete tirajlarının düşük olduğu, ama bunun doğal karşılanması gerektiği ifade ediliyor. Bu düşünce, insanlarımızın ekonomik yetersizliğine bağlanıyor. Zira söz konusu yazıya göre, temel gıda ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanan insanlarımızın, gazeteye para vermeleri mümkün değil. Gazete tirajlarında bir yükselme yaşanması için, insanlarımızın ekonomik gücü artmalıdır, diye bitiyor yazı.
Gerçekten de çevremize şöyle bir baktığımızda, insanlarımızın büyük bir kısmının böyle düşündüğünü, bu yüzden gazete, dergi veya kitap satın almadığını, başka bir deyişle okumadığını görürüz. 80 milyonluk ülkemizde 300 binlik tiraja sahip sadece iki gazete var ne yazık ki. Gazetelerin çoğu hala 30-100 bin bandında. Peki, bu durum ciddi bir problem değil mi sizce?
Ben, şahsen, bu anlayışın, zenginleşen insanlar okur anlayışının, yanlış olduğunu düşünüyorum. Nitekim toplumların gelişim sürecine bakıldığında bizdekinin tam tersi bir anlayışın doğru olduğu görülmektedir. Evet, bizdekinin tam tersi bir anlayış, yani zenginleşen insanlar okur değil; okuyan insanlar zenginleşir. Bu düşünceyi en bariz hâliyle destekleyen, iki tarihî sahneye göz atalım:
Bedevî, ümmî Araplar, cehalet ve sefalet içinde yüzerlerken ilk ayeti ‘‘Oku!`` ile başlayan ilahî kitapla birlikte okumaya ve öğrenmeye girişmişler ve bunun neticesinde kısa bir süre zarfında Bizans ve Sasani`yi de yenilgiye uğratarak dönemin süper gücü hâline gelmişlerdir. Hatta öyle ki İslâm Medeniyetinde Halife Ömer Bin Abdülaziz döneminde, zekât vermek için yoksul Müslüman bulunamadığı, bu nedenle ehl-i kitaba zekât verildiği rivayet edilir.
Yine, karanlık çağını yaşayan Batı Medeniyeti, İstanbul`dan Roma`ya göçen bilginlerin Rönesans`a temel oluşturmasıyla bugünkü gelişmişliğini elde etmedi mi? Avrupa`daki Sanayi İnkılâbı, okuma oranının artmasının, düşünceye değer verilmesinin doğal bir sonucu değil midir?
Ancak bizdeki durumun daha vahim tarafı, yoksul insanlar bir yana, orta sınıfın, hatta zengin zümrenin bile kitap okumadığının ayyuka çıkmasıdır. Okuma etkinlikleriyle en fazla haşir neşir olması gereken öğretmenlerin bile, bir kısmının çok nadiren kitap okuduğu, bir kısmının ise hiç kitap okumadığı daha geçenlerde yapılan bir ankete yansımıştır.
Geçen yıllarda, ülkemizde kişi başına kaç kitap okunduğunu biliyor musunuz? Haftada bir kitap okunduğunu düşünerek, elli iki mi diyorsunuz. Hayır! En azından ayda bir kitap okunmalı, düşüncesiyle on iki mi dediniz. Ne yazık ki! Hiç olmazsa mevsime bir kitap sığar, deyip dört mü diyorsunuz. Üzgünüm, çok üzgünüm! Yurdum insanı üç yüz altmış beş güne bir kitap bile sığdıramamış. Geçen birkaç yıl için, tam altı kişiye bir kitap düşüyormuş.
Bize üzüntü verse de, hoş bir durum olmasa da, ülkemizde büyük ölçüde okuma eksikliği yaşandığı açık! Oturma odalarımızı kitaplıklar değil, cam-gümüş vitrinleri süslüyor(!) Peki, bir vicdan muhasebesine var mısınız? Daha fazla okumalı, değil miyiz?
Nice fuzuli yerlere para harcarken okuma ihtiyacımızı, asgari düzeyde olsun, karşılamak için aylık yirmi, yirmi beş lira ile kitaba yatırım yapmamız çok mu?
Saatlerce ekran başına kilitlenip zamanımızı çarçur ederken en azından günün bir saatini okumak için değerlendirmeye değmez mi?
Birçok kültürel faydasının yanı sıra sırf ekonomik açıdan daha iyi duruma gelmek için okuma oranını artırmak zorunda değil miyiz?
Bunlardan daha mühimi, pek çok hadis-i şeriflerinde okumayı, öğrenmeyi teşvik eden Peygamber Efendimizin vasat ümmeti olarak okuma alışkanlığı edinmemiz şart değil mi?
Ve en önemlisi ‘‘Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku!`` ilahî emrinin muhatapları olarak daha fazla okumamız gerekmez mi? İlk vahiy “İkra”ya rağmen okumamak, İslam ümmetine yakışır mı?