Hatırlayacağınız gibi ilkokulda beş sene boyunca en çok kullandığımız kelime “öğretmenim” idi. Tüm derslerimize giren, anne-babalarımızdan daha çok çekindiğimiz kutsal bir varlıktı öğretmenlerimiz.
Sonra büyüdük, ortaokullu olduk; bir anda toplumsal bir sözleşme varmışçasına öğretmenlerimiz hocalara dönüştü. Kimse öğretmen kelimesini kullanmıyor, herkes aynı kutsal mesleği icra edenlere, hocam, diye sesleniyordu. Hatta yeni öğretmenlerimizi bırak, artık sınıf öğretmenlerimizi gördüğümüzde onlara da, hocam, diye hitap eder olduk.
Oysa bu durum çok ilginç geliyordu bana. Büyüyen, isim değiştirmesi gereken öğrenciler iken, bizim ismimiz değişmiyor; ama öğretmen kelimesi hocalığa terfi ediyordu. Demek ki hocalar, daha rütbeli idi, diye düşünürdüm. Nitekim ortaokuldaki, lisedeki öğretmenlerimiz öyle her derse girmezlerdi, ama bir derste ihtisas sahibi idiler, bir branşta uzmandılar, o yüzden hocaydılar.
Derken biraz daha büyüdük, üniversiteli olduk. Artık hocalarımız bizim gözümüzde daha da büyüktü. Tüm derslerin öğretmenliğinden, branş öğretmenliğine, şimdi branşın da bir üst dalına. Artık karşımızda doçentler, profesörler vardı. Ama her birine hocam, diye hitap ederdik. Çünkü “hoca” en saygın kelime idi, çünkü “hoca” bütün akademik sıfatlardan daha ulvi bir sıfat idi.
Hocalarımıza kullandığımız bu güzel ifadeyi üniversiteli arkadaşlar olarak birbirimize de kullanmaya başladık. Artık biz de, hocam, olmuştuk. Konuşmalarımızda, muhataplarımıza hep hocam, diye hitap ediyorduk. O gün öyle olduğu gibi bugün de öyle değil mi? Üniversite gençliği birbirine hocam diye hitap etmiyor mu?
On yedi yıllık bir evliliğim var, sağ olsun sevgili eşim, hep hocam diye hitap eder bana. Bazı akrabalımız bunun mesleğimle ilgili olduğunu düşünür. Öyle değil, bu saygıyla alakalı. Annem de babama ismiyle hitap etmez, hacı derdi merhuma. Sanırım bu bir Anadolu kültürü, Anadolu inceliği, eşine ismiyle hitap etmemek.
Hoca saygın bir ifade, hatta en saygın ifade… Bu yüzden gerek geçmişte gerek günümüzde sadece öğretmenler ve imamlar için değil, farklı alanlarda pek çok saygın isim için hoca ifadesini kullandık.
Hoca Ahmet Yesevi dedik, zira o pir-i dervişan idi; tarikatın, tasavvufun mürşidi idi.
Hoca Dehhani dedik, zira o Divan edebiyatının ilk basamağı, ilk beyti idi; aşkın, sevginin şairiydi.
Hoca Nasrettin dedik, zira o güldürürken düşündüren fıkralarıyla, nükteleriyle hafızalarda saygın bir yer edindi.
Tarihteki binlerce saygın ismi, binlerce hocamızı tek tek saymaya ne kalem kâğıt yeter, ne de klavye kâfi gelir. Bu nedenle yakın tarihimize dönelim:
Erbakan Hoca dedik, hatta yıllarca sadece Hoca denmesiyle bile akıllara merhum Erbakan Hoca geldi. Zira ülkemizin kısır döngülerle boğuştuğu bir zaman diliminde o, kutlu bir davanın, milli bir görüşün tohumlarını attı. O tohumlar fidan oldu, çınar oldu; kök saldı, dal budak saldı. Hocanın öğrencileri farklı kulvarlarda yürümeye, yol almaya devam etti.
Ahmet Davutoğlu Hoca dedik, Aziz Sancar Hoca dedik, İskender Pala Hoca dedik, Şenol Güneş Hoca dedik. Velhasıl adeta toplumsal bir uzlaşma ile siyasette, bilimde, sanatta, sporda saygın isimlere hep en yüksek paye olarak hocayı layık gördük.
Sonra biri, FETÖ elebaşı, çıktı, bu en yüksek payeyi, en saygın sıfatı, en kadim unvanı beğenmedi, kendi şanına(!) yeterli görmedi, kendini daha da, daha da yüceltmek istedi ve güya hocadan daha ulvi bir kavram kullandı şahsı için: hocaefendi, hatta muhterem hocaefendi…
(Sonraki yazımızda devam)