Savaş, şiddet, terör gibi kavramlar insanlık tarihi kadar eskidir. Bilindiği üzere bu anlamdaki ilk eylem Kabil tarafından, kardeşi Habil’i öldürmek suretiyle gerçekleştirilmiştir.
O gün bu gündür toplumsal bir gerçeklik olarak hayatımızda yer alan bahsi geçen kavramların, getirisi veya götürüsü üzerinde biraz hasbihal etmek gerekiyor.
“Sosyal bilimlerde mutlak gerçek yoktur” diye genel bir kanı vardır. Bu sözün mutlak gerçek olup-olmadığı hususu bir tarafa, yine hafızamızda; “Zulüm devam etmez; fakat küfür devam edebilir.” diye bir söz daha vardır.
Zulmün devamının olmadığı, ömrünün kısa sürdüğü şeklindeki bu genel kanaate rağmen, yazının başında da belirttiğimiz üzere, insanlık tarihi boyunca, bölge bölge de olsa kesintisiz olarak var olan bir gerçekten bahsediyoruz.
Bu yüzden peygamberler zulme karşı, mazlumun yanında yer almışlardır. Tarih boyunca peygamberler, gönül kazanma esaslı olarak çalışmışlardır. Bunun sonucudur ki çağrıları, zamanlar üstü olmuştur.
Nitekim İslami fetihlerin kalıcılığını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Coğrafyaların fethinden önce veya sonra devreye giren davetçiler, dervişler ve tüccarların İslami hal ve tavırları, son dinin hâkimiyetine zemin hazırlamıştır.
Bu anlamda hâkimiyetin esas amili, kılıç veya silah değil gönüllerin kazanılmasıdır. Bunun tersi olsaydı, bu gün İslam diye bir dinden bahsetmek mümkün olmayacaktı.
Mekke’de doğan İslam, Medine’de devletini kurmuş ve sonradan İran, Kürdistan, Orta Asya (Türk illeri), Afrika, İspanya ve Bizans’a yayılmıştır. Yukarıdaki örgüye göre Müslümanların İspanya’daki mağlubiyetlerinin nedenini de gönüllerin kazanılıp kazanılmamasında aramak gerekiyor.
Tahran, Amed, Bağdat, Şam, Buhara gibi şehir ve bu şehirlerin yer aldığı ülkeler, hala İslam dini sınırları içerisinde yer alıyor. Ancak Tarık bin Ziyad’ın müthiş askeri dehası ile fethedilen İspanya’da, bu gün İslam’dan bahsetmek mümkün değildir. Bu da belirttiğimiz gönül kazanmanın hayli önemli olduğunu bir kez daha teyit etmiş oluyor.
Genelden özele inecek olursak, günümüzde halkı Müslüman olan pek çok devletin temelinin, şiddet ve zulüm üzere olduğunu müşahede etmekteyiz. Türkiye’nin dahi kuruluşunun temelinde; Zilan ve Dersim gibi katliam derecesinde zulümler olduğunu biliyoruz.
Osmanlı’dan sonra kurulan birçok devletin hali Türkiye’den farklı değildir. Yukarıda da yazdığımız gibi bu din Mekke’de doğdu. Ancak bu gün Mekke bir ailenin tasallutu altında bulunmaktadır. Diğer İslam beldelerinin durumu Mekke’den farklı değildir.
İsterseniz biraz daha özele inelim. PKK ilk günden bu yana şiddet üzere hareket etmektedir. Kendilerince; Kürtlere hâkim olmanın yolu şiddetten geçiyor. Yine kendilerince; Türkiye’de rejimin Kürtler arasındaki hâkimiyeti şiddet temelli olduğundan, aynı yönteme müracaat etmek gerekiyor.
Kısacası; “Kürtler güç, kuvvet sahibi olanlardan yana tavır koyuyorlar” denilerek, Kürt kanını akıtmanın gerekçesini ortaya koyuyorlar. Ne kadar kan o kadar hâkimiyet şeklindeki tespite dayanan bu görüş, 1984’ten bu yana katledilen bütün Kürtlerin kanının uğruna heba edildiği görüştür.
Yalnız sosyolojik bir araştırma veya zemine dayanan yukarıdaki tespitin, ayakları havada değildir. Yer darlığından bir sonraki yazıda, belki yakın geçmişimizden konu ile alakalı bilgilerden bahsedilebilir.
Ama ne kadar sağlam argümanları olsa dahi, şiddetin veya zulmün ömrü çok uzun olmuyor vesselam.