Hz. Muhammed (sav)’in yaşı 40’a yaklaşırken, garip bir şekilde yalnızlığı sevdi. Toplumdan uzaklaşarak kendini, tabiatı, kâinatı dinleyebileceği ortamlar aradı. Birçok peygamberin yaşadığı vahiy öncesinin son eğitimini, O (sav) Hira Mağarasında aldı.
Son Peygamber olarak görevlendirilecek olan zât, son vahyi almanın arifesinde iken, sık sık Hira Mağarasına gider oldu. Gelecek olan mesuliyetin altından kalkabilmesi için bu süreci yaşaması gerekiyordu. Çünkü birkaç gün içerisinde bahsettiğimiz mağarada, ağır bir misafiri konuk edecekti.
Nitekim beklenen gün geldi ve Ramazan ayının son günlerinde, Cebrail (as) kendisine “İkra/Oku” emri ile geldi. “Ben okuma bilmem” diyen son vahyin muhatabını, Cebaril (as) sıkıyor ve tekrar bırakıp, “İkra/Oku” diyordu. Bu hal üç kez tekrarlandıktan sonra okumanın keyfiyetine vurgu yapan cümleler geliyordu.
Tabi ki bu din sadece okuma dini değildi. Bir de işin “Kalem” boyutu vardı. Kalemden bahseden ayetin, okumanın hemen akabinde gelmesi, bir süre sonra bütün vahyin iki kapak arasına alınması ile neticelenecekti. Kur’an, Allah’ın kelamı idi ve zihinlere kazınmıştı. Ama insanlığa, kıyamete kadar rehberlik etmesi için; “Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir” ayeti gereği, son vahiy kitap haline getirildi.
Bu şekilde elimizdeki Kur’an oluşturuldu. Ama işin bidayetinde gelen misafirin gönderildiği makamın sahibi, bütün alemlerin yaratıcısı Allah (cc) idi. O istemişti ki insanlığa son mesajını, seçkin bir insan vasıtasıyla iletsin. Mesajı getiren melek bugüne kadar gönderilen bütün peygamberlerin muhatabı idi. Ve vahyi alan son Resul, Hz. Muhammed (sav) idi.
Alınan mesajın, ilk etapta çağdaşları olan insanlara ve dahi hepimize ulaştırılması gerekiyordu. Fakat insanların son vahye tepkisi değişik değişik olacaktı. Örneğin; insanlardan bazıları, “Muhammed mağaraya gitti, uyuyup rüya veya uyanık iken halüsinasyon gördü” diyecekti. Onun için sonradan Cebrail (as)’in, Hz. Muhammed (sav)’in vücudunu sıkması olayını anlayacaktık. Öyle ya, ortada bir sıkma olayı var ise o zaman dışarıdan fiziksel bir müdahale de vardı. Demek ki vaka sadece zihni bir olay değildi.
Peygamber (sav); “Ben mağarada şunları yaşadım, sonra İsra ile Kudüs’e gittim ve nihayetinde miraç ile şöyle şöyle bir âlemi müşahede ettim” dedikçe, insanların bir kısmı değişik argümanlar ile olayı küçültmeye çalıştı.
Bu düşmanlık her geçen gün belirgin bir hal aldı. Peygamber’e yapılan düşmanlığın altında yatan neden, kendisi vasıtasıyla gönderilen Kur’an idi. En nihayetinde insanoğlu kılıçlarını çekip, bizzat Allah veya taraftarları ile savaştı.
Gariptir, bu dünya kâinat ile kıyaslandığında, çok hem de çok küçüktür. Öyle ki bütün kâinatın içerisinde bir hardal tanesi kadar bile değildir. İşte biz insanlar, bu hardal tanesinin üzerinde yaşayıp, dünyaya yapışan asalaklarız. Buna rağmen o devasa kâinatın yaratıcısına kafa tutup, son mesajını kabul etmemekle kalmayıp, meydanlarda yakma cüretinde dahi bulunabiliyoruz.
Aslında oldum olası Allah’a düşmanlık yapanlar barbardı. Haçlılar barbardı. Moğollar barbardı. Bu günkü Batı barbardır. Barbarların bu günkü temsilcilerinin simaları güzel, saçları sarı, gözleri mavi olabilir. Ama tarifini yaptığımız simaların altındaki barbarlık, her seferinde bir yerlerde ortaya çıkıyor.
Bahsi geçen husus şu anlama geliyor. Batılılar barbarlıklarını simalarının altında çok güzel bir şekilde saklayabiliyorlar. Yani vahşiyane icraatlarını, ikiyüzlülükleri sayesinde kamufle ediyorlar. Çıkarları söz konusu olunca da bu sayede inandıkları bütün değerlerini görmezden geliyorlar.
Mesela Batı’nın insanlığa sunduğu en önemli argümanı fikir hürriyeti değil midir? Hadi onların mahallesinden düşünelim. Velev ki Kur’an bir insan sözü olsun. Neticede iki kapak arasındaki sözler bütününü, neden fikir hürriyeti kapsamında değerlendirmiyorlar ki meydanlarında, sadece ve sadece kelimelerden müteşekkil kitabı yakma cüretinde bulunuyorlar.
Olayın özeti şudur: Rasmus Paludan’ın İsveç’te Kur’an’ı yakma girişimi; Moğolların Bağdat, Haçlıların Endülüs’te devasa kütüphaneleri yer bir etmelerinin bir özetidir.
Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki; Batı Batıldır.