1930 yılından bu yana dört yılda bir yapılan Dünya Kupası futbol karşılaşmaları hiç mi hiç ilgimi çekmedi. Bu yıl Katar’da yapılan şampiyonanın bir tek maçını dahi izlemedim. Fakat sosyal medyadan konudan haberdar oluyordum. Sonuçta iletişim çağında yaşıyoruz ve modernitenin getirdiği mahalle baskısına hepimiz bir şekilde maruz kalıyoruz.
Aliya İzzetbegoviç: “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” demiş ama Resulullah (sav) bizleri ondan çok çok önceden uyarmış: “Kim kime benzemeye çalışırsa ondandır.” diye.
Alakasız gibi görünen bir veciz söz ile bir hadisi araya almamın elbette bir nedeni var. Çünkü bu yıl Dünya Kupası maçları Katar’da yapıldı ve bu iş için trilyonlar harcandı. Bu arada Dünya’daki açlık, göç, enerji gibi küresel çaptaki sorunlar hala devam ediyordu.
Aslında gelmek istediğim yere hala gelmedim. Lafı eveleyip gevelememin nedeni, İslamcıların bu yılki futbol şölenine İslami tebliğ gözüyle bakmaları veya organizasyonun Müslüman bir ülkede, belirli İslami kuralların gözetilerek yapılmasını, hanelerinde kâr olarak kaydetmeleridir.
Kanaatimce burada durmak lazım. İşin aslı öyle değil. Maalesef bu kupanın sonunda kazançlı çıkanlar, coğrafik olarak İslam ülkeleri diye bilinen Müslümanlar değildir. Hatta hayatımızın en büyük gollerinden birini, İslam ülkeleri olarak Katar’da yedik diyebilirim.
Efendim, Medeniyetler çatışması tezine inananlardanım. Fiziki veya kültürel olarak yaşadıklarımız aslında bu çatışmanın tezahürleridir. Futbol her ne kadar bir spor dalı olarak bilinse de geçmişteki “Arena” gladyatörlerinin karşılaşmaları gibi Batı medeniyetinin ürünü bir mahsuldür.
Batı kendi medeniyetinin ürünü bir organizasyonun, Müslüman bir ülkede yapılmasını elbette olumlu karşılar. Çünkü bu kültürel bir işgaldir. Bilindiği üzere futbol büyük bir sektördür ve emperyalizmin ayak oyunudur. Belki çağdışı olarak yargılanabilirim ama söylediklerimi görebilmek için, bu sektörün ne kadar küresel bir olgu olduğu gerçeğinin farkında olmak yeterlidir.
Diyeceksiniz ki; bu yıl ki organizasyon sonucu Avrupalı birileri Müslüman oldu. İçki içilmedi. Batılılar billboardlarda ayet ve hadislerle tanıştı. Elbette ki saydıklarım olumlu gelişmelerdir.
Fakat bizim mahallenin gençlerinin futbolcuları efsane olarak görmeleri, onlara özenmeleri ve rol model olarak kendileri için biçilmiş kaftan şeklinde değerlendirmelerine ne diyeceğiz?
Geçmişte İslamcılar, Muhammed Ali Clay’ın, Müslüman bir boksör olarak Amerikalı rakiplerini yere sermelerini de kazanç olarak değerlendirmişlerdi. Gerçekten de Müslümanın içini serinleten boks karşılaşmaları idi seyrettiklerimiz. Ancak bir boks maçında Müslümanların mutlu olmaları, esas cephede mutlu olmalarından evla idi Batı için.
Bu çerçevede Batılıların, Fas Milli Takımının futbolcularının başarısına sevindiklerini söyleyebilirim. Çünkü futboldaki bu başarı sanal bir âlemdir ve gerçek âlem Irak, Suriye, Kürdistan veya Filistin’de akan kanlarımızdır.
Neyse, Dünya Kupası maçları sona erdi. İnsanlar milyarlarca dolar harcayıp Katar’a gittiler. Maçlar izlendi. Tezahüratlar yapıldı. Kupa nedeniyle etkinlikler düzenledi. Televizyonlar canlı yayınlar gerçekleştirdi. Futbol yorumcuları günlerce maç kritiği yaptılar.
Ama Suriyeliler ölmeye devam etti. Yemenliler katledildi. Filistinlilerin durumu artık bağışıklık kazandı. Kürt sorunu devam ediyor. İran’ın geleceği belirsizlik içinde.
Fakat Fas’ın başarısı bir nebze rahatlattı bizleri.
Oyalandık işte.