Çocukluğumuzda babamızdan sinemaya gitmek için bilet parası almaya çalışırdık. O zamanlarda eğlenceli bulduğumuz filmlerin, yaşamımızı dizayn ettiğinden habersizdik. Tabi ki söz konusu olan sadece biz değildik, toplumsal bir dizayn idi.
Yeni kurulan Cumhuriyetin belirlediği ölçülerdeki yaşam tarzının halka enjekte edilmesi için, ilkin Türk filmleri devreye girdi. Televizyonun hayatımıza girmesi ile birlikte, haftada bir yayımlanan bu filmlerdeki hayat tarzları özendirildi. Kadın aktrisler, Osmanlı’dan kalma hayat tarzının, Cumhuriyet standartlarına uydurulması için rol model olarak seçildi. Yazlık ve kışlık sinemalarda oynatılan filmlerde, dört yapraklı yonca ismi verilen; Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın, belirttiğimiz rol modellerin başlıcaları idi.
Yine Cumhuriyetin üzerinde kurulduğu temeller olan ulusçuluk ve laiklik, bu filmler sayesinde bilinçaltlarına zerk edildi. Bu anlamda yıllar yılı gülerek izlediğimiz Kemal Sunal filmlerindeki sakallı, sarıklı kisveli hacı ve hocalar, sahtekârlığın sembolü haline getirildi. Böylece Anadolu Müslümanlığının bütün şiarları antipatik hale gelmiş oldu.
Hababam Sınıfı diye seri şeklinde çekilen filmlerde, olumlu birkaç davranışın perdesi altında, nice kötü huylar topluma enjekte edildi. Filmde hırsızlık, gasp, sahtekârlık gibi davranışlar; samimiyet, arkadaşlık gibi hasletlerin içine enjekte edilerek toplumumuza aktarıldı. Hababam film serilerinde; kopya çekmek, okuldan kaçmak, öğretmenlerle dalga geçmek, dersi kaynatmak, evlilik dışı ilişki yaşamak ve bu birlikteliklerden çocuk peydahlamak, bilgi yarışmalarında gayrimeşru her türlü yola başvurmak gibi hasletlerin hepsi mevcuttu.
Bu arada en büyük darbeyi Kürtler yedi. Çünkü Kürt dilinin asimilasyonu bu sayede hızlandı. Çocukların Türkçe öğrenmelerinde bir sakınca olmamakla birlikte, Kürtçenin ihmal ve unutulmasını beraberinde getirdiği için, yeni nesil kültür erozyonuna uğradı.
Bilindiği üzere Türkiye’de sanatın birçok kolunda olduğu gibi sinema sektöründe de solcuların ağırlığı mevcuttur. Kürt sinema yönetmen ve aktörlerinin devreye girmesi ile Kürtlerin sadece dillerinde değil dinlerinde de aşınma başladı.
Bizim çocukluğumuzun kahramanlarından biri idi Yılmaz Güney. Kendisinin Kürt olması, Kürt hassasiyetine sahip olması ve toplumsal filmlerinde buna yönelik mesajlar vermesi, sempati kazanmasına vesile oluyordu. Tabi bu arada sol tandanslı fikirlerini de sever olmuştuk.
Onun en önemli öğrencilerinden biri olan Tarık Akan, Yılmaz Güney’in yazdığı, Zeki Ökten’in yönettiği ve Zülfi Livaneli’nin müziğini yaptığı Sürü filminde oynadı. Bu filmin girişinde Kürtçe olarak yapılan konuşma, sinema salonunda alkış ve sevinç çığlıkları ile karşılanıyordu.
Bu tür sinema filmlerindeki mesajlar ve başka sanat çevrelerinin ürettikleri Kürtlere yakın durması, kadim inanış ve geleneklerine rağmen Kürtlerde solcu bir damar oluşturdu. Yasaklı kategorideki filmler aracılığı ile Kürtlerin inanç ve gelenekleri deforme edildi.
Bir de sinemadaki ödül geceleri hususu vardır ki o da başka bir sorun. Birçok yönetmen ve aktör, sanatları veya ürettikleri eserler ile değil, sarf ettikleri saçma sapan sözlerle gündem oluyorlar bu tür gecelerde. Kimi ahirette meyhanede kafa çekmekten, bir diğeri ödülünü birilerine atfetmekten dem vuruyor. İçinde ürettiği ile ilgili bir tek kelime olmayan cümlelerle birilerine mesaj veriliyor.
Tabi bütün bunlar öyle durduk yerde olmuyor. Sinemayı kullanıp topluma istedikleri şekli vermeye çalışanlarca, bu tür girişimler destekleniyor. Amerika’nın Hollywood sayesinde uluslararası düzeyde yaptığı propaganda, yine aynı çevrelerin desteği ile bu topraklarda doğup, buralara ait olmayan kişiler eliyle gerçekleştiriliyor.
Fakat özeleştiri yapmak gerekirse, bu alanları çok boş bırakmışız ki üretim kabızlığı çekenlerce dolduruluyor. Boş bıraktığımız alanların, milletin inanç ve kadim geleneklerine yabancı olmayanlarca doldurulması, yapılan tahribatın tamirini gerçekleştirebilir.
Demem o ki ifsat ihyaya dönüştürülebilir.