AK Parti “Bir Olduk 21 Olduk” mottosuyla, dünden bugüne kat ettikleri yola atıfta bulunarak, reklam şeklinde bir kampanya ile 21. kuruluş yıldönümünü kutlamaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ı Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken, bir televizyon programındaki açıkoturumdan tanımıştım. Katı bir şahsiyet ve sert üsluplu olarak hafızamda yer edinmişti. Zamanla köprünün altından sular geçti ve bu sürede bir nebze yumuşadı, buna rağmen o hala bir miktar Kasımpaşalılık ruhu taşıyor.
Erdoğan, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı oldu ve kazandı. Bu devasa metropolde yaptıkları ile Türkiye’de bir umut oldu. Kendilerince tehlikeli olan bu durumu hem Batı başkentleri hem de yerli laik kesim görüyordu. Yerliler hemen harekete geçti ve kısa sürede onu cezaevine koydular.
Batılı gazeteler o zaman kendisinden “Yasaklı Umut” diye bahsediyorlardı. Türkiye’dekiler ise “Muhtar Bile Olamaz” diye manşet atıyorlardı. Yasaklı olduğu halde kurduğu AK Parti, 3 Kasım 2002 seçimlerini kazandı. Sonra yasakları kaldırıldı, 9 Mart 2003’te Siirt ilinden milletvekili seçildi ve 15 Mart’ta Başbakan oldu.
İnişli veya çıkışlı, sonraki tüm seçim veya referandumları kazanan Erdoğan, koalisyon dönemlerinde bozulan ekonomik dengeleri düzeltti. Türkiye’yi IMF ve herkesin tanıdığı Cotorelli denilen bu kuruluşun Türkiye Masası Şefi’nden kurtardı.
Tabi AK Parti’nin ekonomide yaptıklarını ve Türkiye’ye kazandırdıkları eserleri burada sıralamaya kalkışırsak, esas anlatmak istediğim meramımdan uzaklaşırım. Maalesef maddi olarak Türkiye’nin önünü açan AK Parti hükümetleri, manevi olarak istenilen başarıyı sağlayamadılar.
Belki bir siyasi argümandı ama “Dindar nesil yetiştireceğiz” şeklindeki söylemi ayakta alkışladık. Ama gelinen nokta, eski İslamcıların dahi değerlerini kaybetmesi şeklinde oldu. Tesettürün önünü, hem de kamuda fiili olarak açan hükümet, başörtüsünün kılık değiştirerek geçirdiği dejenerasyonun önünü alamadı. Eski ve yeni başörtülüler diye iki fotoğrafı önünüze alın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Başımızı iki elimizin arasına alıp, derin derin düşündüğümüzde manen durumun çok vahim olduğunu görürüz. Öyle ki eskiden sisteme bir alternatif olarak değerlendirilen İslamcılar, bugün öyle değiller. Laikler, hayati kurallarından ödün vermeden, emaneten teslim ettikleri iktidar vesilesiyle hükümeti ve dolayısıyla İslamcıları yıpratmayı başardılar.
Kısacası 21 yılda gelinen nokta başörtüsü ve imam hatip düzenlemesi gibi nefes aldırıcı birkaç noktadan ibaret. Yoksa laik seküler yaşam tarzı muktedirleri, iktidardaki güçlerine güç katmış durumdadırlar. Hem de bu başarıyı kendileri değil, AK Parti hükümetlerinin bir ikramı olarak yakaladılar. Öyle ki Türkiye’deki muhafazakâr liderlerden bir kısmı, umudunu CHP gibi geçmişi cürümlerle dolu bir partiye bağlamış durumdadır.
“Dünya Beşten Büyüktür” şeklindeki söylem de hoşumuza gitmişti. Arap Baharı ile birlikte mazlum halklarla dayanışma adına geliştirilen politikalar, acaba Türkiye Ortadoğu’da Osmanlı’dan kalan ağabeylik rolünü mü üstleniyor sorusunu sorduruyordu.
İsrail ile ilişkilerin bitme noktasına gelmesi; Mısır’daki darbeye en üst perdeden karşı durma ve Sisi’ye karşı Mursi’ye arka çıkma; Suriye’deki mazlum ve mağdurların yanında saf alma gibi duruşlar, Müslüman halkların gönüllerini fethediyordu.
Ancak gelinen noktada israil ile normalleşme ve ABD’nin muhtarları gibi görev yapan bazı ülke rejimleri ile tekrar ilişki kurma, Sisi’li Mısır’ı kabullenme ve son zamanlarda kendi halkının katili olan Esed ile kur yapma gibi sert dönüşler, bizlerin başını döndürüyor.
Her şeye rağmen; CHP bu ülke Müslümanlarının başına tekrar musallat olmasın ama beri taraftakilerin dava bilincini tekrar kuşanmaları veya bu bilince sahip partilerin önünü açmaları gerekiyor vesselam.