Hz. Ali ile Fatıma’nın ilk evladı erkekti. Babası harbı, darbı seven biri idi. Onun için çocuğuna “Harb” ismini vermek istedi. Hz. Ali’nin kayınbabası, Fatıma’nın babası ve de çocuğun dedesi geldi. “Bana oğlumu getirin” dedi. Kucağına aldı ve ismini sordu. “Harb” dedi Ali. “Olmadı ya Ali!” dedi Dede. “Onun ismi Hasan’dır” Yani “Güzel” oldu çocuğun ismi.
Sonra ikinci çocukları oldu. Yine bir erkek evlat. Bu kez de babası “Harb” dedi. Dede yine geldi. Torununu aldığında yine isminin konup konmadığını sordu. Tekrar “Harb” dedi babası. Yine olmamıştı. Bu kez ismi “Hüseyin” oldu. Yeni “Güzelin güzeli, güzelcik.”
Ben evladıma peşin peşin Hüseyin demiştim. Hüseyin’in Dedesinin koyduğu isim ile güzelcikti evlat. Sonra babam da oğluma Hüseyin dedi. Nasıl bir sevgi ile bağlanmıştı dede ile torun. İşte o zaman şükrettim Kerbela’da Hz. Peygamber’in hayatta olmayışına. Nasıl dayanacaktı Kerbela acısına? Matemini nasıl tutacaktı Ehli Beyti’nin? Neyse ki Torun daha beş yaşında iken Dede göçmüştü bu dünyadan. Peygamber’in “Babasının Annesi” dediği Anne de kısa bir süre sonra gitmişti bu fani diyardan. İyi ki onlar yaşamadı Kerbela’yı.
Fakat Dede, Hasan ve Hüseyin için; “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.” demişti. Dahası “Onlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.”, “Onları seven beni sevmiş olur, onlara kin tutan bana tutmuş olur.”, “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin iki seyididir” diye buyurmuştu.
Dede ve Anne’yi Baba izledi. Sonra Abi de vefat edince, kendisi yalnız kaldı Ehli Beyt’in başında. Ancak O’nun ölümü çok acı olacaktı. Bu öyle bir ölüm olacaktı ki, aradan yüzyıllar geçse de ümmetin yüreğini dağlamaya devam edecekti.
Nasıl dağlamasın ki. Aklım havsalam almıyor. Bizler nasıl bir ümmet idik? Kendi Peygamberimizin evladı iyalini nasıl da kılıçlardan geçirdik? Hem o Kerbela’da kendilerini katletmek isteyen ümmetin fertlerine bağırıp şunları dememiş miydi: “İmdi, benim nesebimi araştırınız, bakınız ki ben kimim? Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben Peygamber Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Şehitler seyidi Hamza benim babamın amcası değil midir? Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkında “Bunlar cennet gençlerinin iki seyididir” hadisi size ulaşmadı mı? Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak?”
Güzelcik’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: “Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkâra kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların önüne koyup böylece inkâra mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sa’d gelip: “Ey Hüseyin! Dedi, bu hikâyelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın. Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alıp: Ey Kûfe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum.” Bunları söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e doğru fırlattı.
Çünkü savaş esnasında ilk oku atmak Ömer b. Sa’d’a Rey Valiliğini kazandıracaktı. Eyvah ki ne eyvah? Sa’d bin Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer, Rey Valiliğine karşılık Hz. Hüseyin’in kanını akıtıyordu. Ehl-i Beyt kılıçtan geçiriliyordu. Aliyülekber b. Hüseyin, Abdullah b. Hüseyin, Abbas b. Ali, Kasım b. Hasan, Ali b. Müslim b. Akil, Hüseyin b. Abdullah b. Cafer ve diğerleri. Hz. Hüseyin ve Ehli Beyt kadınlarının gözleri önünde tarihin en acı katliamı yaşanıyordu. Çünkü son Peygamberin ailesi kıyımdan geçiriliyordu.
Çember iyice daralmıştı Tarih 10 Muharrem 61 idi. Torun yorgun ve hareketsiz kalmıştı. Şimr b. Zilcevşen insanları ona saldırtmak için sağa sola bağırıyordu. “Öldürün onu” diye sesleniyordu. Bunun üzerine son Reyhan’ın üzerine çullandılar. Zür’a adındaki adam Torun’un sol eline bir kılıç darbesi indirdi. Bir darbe de omzuna vurdu. Hz. Hüseyin yüzünün üzerine düşüp düşüp kalkıyordu. Susuzluğu da had safhaya gelmişti. İster istemez ayakları Fırat nehrine doğru gidiyordu. Bu sırada Sinan b. Enes arkasından gelerek mızrağını köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkarınca, Hz. Hüseyin yüzünün üzerine yere düştü.
Zülcenah dönmüştü Ehl-i Beyte. Fakat binicisi yoktu. Paramparça etmişlerdi son Peygamber'in reyhanını. Ehl-i Beyt'in kadınları feryat ederek Zülcenah'a sarılıyorlardı son bir umutla. Belki de öte âlemde Resulullah'ın taziyesi vardı. Bu nasıl bir acıydı böyle?
Ciğer kebap gönül büryan
Atmışlar közün üstüne toz duman
Biraz serinlik bu sıcağıma
Hüseyin'sizlik çok çok yaman