Bildiğiniz üzere ümmetin iki bayramı var: Kurban ve Ramazan.
Müslüman fertlerin, birlik ve beraberlik duygusu ile sevinmelerini sağlayan ender zaman dilimleridir bayramlar. Ancak belirttiğimiz birliktelik için sosyal adaletin sağlandığı bir ortam gerekir evvela. Söz konusu sosyal adaletin temini için her iki bayramda da muhtaç veya miskinler göz önünde bulundurulmuş.
Bilindiği üzere İslam dininin, zenginlerden fakirlere sermaye akışının sağlanması ve paranın sadece varlıklı şahıslar arasında dönüp dolaşan bir meta olmaması için uyguladığı çeşitli yöntem ve tedbirler vardır. Bunlar; zekat, fıtır, kurban, sadaka, infak gibi isimlerle anılan, ekonomik ibadet türü uygulamalardır.
Ramazan ayında, fıtır veya fitre denilen mütevazı bir sadaka verilmektedir. Ancak teamül olarak bu ayda dağıtılan zekât malları, hayli yekûn tutmaktadır. Aslında imkân olsa bu konu ile ilgili bir uygulama yapılabilir. Türkiye’deki herhangi bir il veya ilçe pilot bölge olarak seçilir. Seçilen yerin zekât vereceklerinden alınan paylar, Kur’an’da sayılan sekiz sınıf insana dağıtılır. Yani fakirler, miskinler, zekât işinde çalışanlar, yolda kalmışlar, Allah yolunda cehd edenler, kalpleri İslam’a ısındırılanlar, köleler ve borçlular bu haktan istifade eder. Böylece zekât müessesesinin uzun vadede nasıl bir sosyal adalet sağladığı bariz bir şekilde izlenecektir. Alınacak olumlu sonuçlar tüm ülkeye uygulandığında ise İslam’ın sosyal adalet modeli net olarak ortaya çıkacaktır.
Devlet fıkhını gerektiren, yani devlet eliyle yürütülmesi gereken bir süreç olan zekât, bir veya beş yıl içerisinde değil, daha uzun vadede toplumda dengeyi sağlayıcı bir sonuç doğuruyor. Zekât sisteminin tam uygulandığı zamanlarda, İslam ülkelerinde toplanan zekât malının, dış ülkelerdeki köleleri azat etmek için kullanıldığını söylemek, herhalde yeterlidir.
Kurban Bayramı’nda ise ismi üzerinde, muhtaçlara kesilen kurbanların etleri dağıtılır. Tabi zekât gibi kurbanın da bir fıkhı vardır. Ayrıntısına girmeden şunu söyleyebiliriz ki, bu bayramda dağıtılan kurban etleri sayesinde, birçok yoksulun et ihtiyacı karşılanmaktadır. Özellikle günümüz teknolojisi ile örneğin Afrika gibi daha fakir yerlerde dağıtılan bu etler, muhtaçların yüzlerine sevinç olarak yansımaktadır.
Yukarıda sayılan fıtır, zekât ve kurbana sadaka, infak gibi kalemler ile “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi eklenince, ortaya nimetlerin toplum sathına yayıldığı bir cemiyet çıkacaktır.
Dünyanın genelinde hâlihazırda uygulanan vahşi kapitalizm ile toplumsal sınıflar arasında uçurumun her geçen daha da derinleştiğine şahitlik etmekteyiz. Tepki olarak doğan komünizm ise bir ütopyadan ibarettir. Uygulanabilirlik imkânı yoktur.
Solcular, sosyalizm komünist aşamaya geçme merhalesidir derler. Daha başlangıç aşamasında iken sosyalist ülkelerin dağılması, haliyle komünist aşamayı görme imkânı bırakmamıştır. Sosyalist uygulamalar, fertlerin kabiliyetlerinin önüne set çekmekte, becerilerinin inkişafını engellemektedir. Zaten bu yüzden olacak ki, uygulandıkları yerlerde büyük oranda arazi sahibi olmalarına rağmen buğday ithal etmekteydiler. Öyle çok uzaklara gitmeye gerek kalmadan; eski Doğu ve Batı Almanya arasındaki gelişmişlik farkı, bizlere durumu özetlemektedir.
Hâsılı kelam diyoruz ki; ne kapitalizm ne de sosyalizm, insanlık İslam’a muhtaçtır. Yeryüzündeki mazlum, mağdur, mahrum ve yalın ayaklıların İslam’ın adaletine ihtiyaçları var. Kutladığımız iki bayrımın da öznesi bahsi geçen bu toplumsal sınıflardır.
Bu nedenle tarihte mazlum ve mağdurlar çare olarak İbrahimî dinlere sarılmışlardır. Müstekbir kesim ise peygamberler ile muhatap olmak için bu kesimlerin iteklenmesi, kovulması ve yanlarından uzaklaştırılması şartını koşmuşlardır.
Hiçbir peygamber bu kesimi yanlarından uzaklaştırmamıştır.