Bilindiği üzere bu köşeden AK Parti hükümetinin icraatlarını övdüğümüz de oluyor, yerdiğimiz de. Övgü ve yerginin mihenk taşını; İslami siyaset çerçevesinde, ümmetin maslahatı oluşturuyor. Yani doğruya doğru, eğriye de eğri dememiz ve adaleti ayakta tutmamız icap ediyor.
Bu minval üzere Türkiye’nin son zamanlarda israil ile yeni bir sayfa açması ve ilişkilerde normalleşme sürecinin başlatılması hususuna değinmek istiyorum.
Bilindiği üzere meşhur “One minute” hadisesinden sonra Türkiye’nin israil ilişkileri yeni bir evreye girmiş, israil ve dostlarının ve dahi FETÖ gibi yapıların Türkiye’ye karşı tavırları olumsuz yönde değişmişti.
29 Ocak 2009 tarihinde gerçekleşen bu olaydan sonra ilişkilerde gel-gitler yaşandı. Ama Mavi Marmara hadisesi ile ilişkiler kopma derecesine geldi. Türkiye, aralarında israil’in özür dilemesi dâhil olmak üzere bazı şartlarla yeniden ilişkilerin başlatılabileceğini ileri sürmüştü.
Tabi Erdoğan’ın bütün dünyaya “Eyyyy!” diye başlayan hitapları, uluslararası siyonizm, emperyalizm ve sair tüm zalimlere karşı mazlumların umudu haline gelmişti. Mazlumdan yana zalime karşı politikalar geliştiren hükümetin, ekonomik olarak zora girmesi, belki de bu yolla hizaya getirilmeye çalışılmasının neticesinde, söz konusu politikalardan geri adım atmasına sebebiyet vermişe benziyor.
Bilindiği üzere israil cumhurbaşkanı Herzog’un, 9-10 Mart 2022 tarihinde Türkiye’yi ziyaret etmesinin akabinde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun karşı tarafa kritik bir ziyareti olmuştu. İlişkilerin normalleşmesinin kokusunun alınmasından sonra israil dostu, dolayısıyla ABD çizgisinde bulunan ülkelerin peyderpey Türkiye ile yeni bir sayfa açmaya başladıkları görüldü. Örneğin Prens Selman’ın bu günkü Türkiye ziyaretini bu minval üzere okumamız gerekiyor.
Şimdi gelelim mihenk taşı dediğimiz Aziz Kur’an’ın söylediklerine ve Peygamberin uygulamalarına. Maide 82’nin başlangıcında Allah; “Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanlarının Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin.” demekle, aslında bizlere söz hakkı bırakmayacak şekilde konuya açıklık getirmiştir. Ancak bu düşmanlıkta Kur’an’ın Yahudileri müşriklerden önce zikretmesi de dikkate değerdir.
Bu anlamda siyeri incelediğimizde, yukarıdaki ayeti teyid edici bir süreç görüyoruz. Hicretten önce dahi Yahudilerin kültürel anlamda müşrikleri desteklemesi olayı, hicretten sonra Resulullah’a karşı ikinci bir cephe açmakla sonuçlanmıştır. Hatta bu ikinci cephe sonradan birinci önceliğe geçmiş ve hicret sonrası Peygamber, en çok Yahudilerle mücadele etmiştir.
Biliyorsunuz Peygamber Medine’ye gelir gelmez, buradaki Yahudi gruplarla birlikte yaşama anlaşması yapmış ve bu sözleşmeye bağlı kalınması hususunda mutabakata varılmıştı. Medine’de bulunan üç Yahudi grubu da söz konusu vesikaya ihanet ettiler. Peygamber iki grubu Medine’den çıkardı, en sonuncusunu da cezalandırdı. Medine’den çıkan Yahudiler Hayber’de bir araya gelip, Hendek gibi bir savaşın hazırlayıcısı oldular. Hendek, Peygamber ve Müslümanlar açısından varlık ve yokluk savaşı olmuştu.
Tabi iş bu kadarla da kalmıyordu. Hayber ile Mekke anlaşmış; Peygamber Hayber’e yönelirse Mekkeliler, Mekke’ye saldıracak olursa Yahudiler Medine’ye saldıracaklardı. Tam bir cendereydi söz konusu olan. Peygamberimiz bu cendereden kurtulmak için Hudeybiye Anlaşması ile Kureyş’ten yana arkasını sağlama almış ve Hayber fitne merkezini dağıtmayı bu şekilde başarmıştı.
Kalenin fethinden sonra Hayber’e destek olan Fedek gibi çeşitli yerlerde oturan Yahudi grupları tedip edilmeden de Medine’ye dönülmemiştir. Civar Yahudi gruplarının hepsi potansiyel fitne odağıydı ve bu sorun artık bitmeliydi. Onun için irili ufaklı bu toplulukların hepsinin üzerlerine seferler yapıldı. Cezalandırıldılar veya anlaşma sağlanıp fitnelerinden emin olundu.
Demem o ki, Medine tarihi Yahudilerle mücadele tarihidir. Ayetin kesin hükmü ile Peygamberimizin uygulaması ortada iken, mazlum bakışların üzerinize çevrili olduğu şu zamanda, israil ile normalleşmek normal değil.