Hazret, iri iri laflar ediyor. Kendi görüşlerini Kur’an’ın görüşü gibi takdim edip, şu eylem Kur’an’a aykırı, bu fiil Kitab’a muhaliftir diyerek, İslam’a karşı yıllarca düşmanlık edenlerle aynı kulvardaymış gibi hareket ediyor.
Bu köşede veya Gazetemizin araştırma sayfasında “Fetih” konusunu birkaç kez işledim. İslami bir konu işlenirken; Kur’an ana eksene oturtulup, Hz. Peygamber’in tutum, davranış ve söylemleri ile desteklenir ve dahi o günün sosyolojik yapısı ile bütünleştirilirse güzel sonuçlara varılır. Aksi çıkarımların ayakları havada kalır.
Şimdi gelin Hudeybiye anlaşması ile akabinde inen Fetih Suresini, öncesi ve sonrası ile inceleyip, fethin ne anlama geldiği hususunu birlikte görelim. Öncesi dedik ya, biraz ondan bahsedelim. Medine’de bulunan Yahudiler grup grup Peygamberle yaptıkları anlaşmaya ihanet edip, buradan kovuluyorlardı. Kovulanların bir kısmı Şam’a, bir kısmı da Hayber Kalesine yerleşiyorlardı. Bu nedenle Hayber bütün bölgenin fitne odağı haline gelmişti. Çünkü Hendek gibi Müslümanlar açısından varlık ve yokluk anlamına gelen bir savaşın ana hazırlayıcıları, Hayber’deki Yahudilerdi.
Ayrıca Yahudilerin, Mekkeli müşrikler ile olan dayanışması, Hz. Peygamber’in elini kolunu bağlıyordu. Buna göre eğer Müslümanlar Mekke’ye sefer düzenleyecek olurlarsa, Hayberliler Medine’ye saldıracaktı. Yok, eğer Peygamber Hayber’e bir harekât düzenlerse, o zaman Mekkeli müşrikler Medine’ye saldıracaklardı. Kısacası Hz. Peygamber arkasını güvenceye almak zorundaydı ki bu cendereden çıksın.
İşte tam da bu noktada Hz. Peygamber’in ısrarı ile Hudeybiye anlaşmasına varıldı. Çünkü Medine’den çıkan 1500 kişilik grubun amacı Mekke’ye saldırmak değil, umre yapmaktı. Ayrıca Peygamber’in amacı savaş değil barıştı. Fakat varılacak anlaşmanın en önemli bir getirisi şu olacaktı. Bugüne kadar her türlü desisenin altından çıkan Hayber Yahudilerinin tedip edilmesi bu sayede sağlanmış olacaktı. Mekkeli müşriklerle olası bir anlaşma, Hz. Peygamber’in arkasını güvenceye alıp, Hayber’e gereken operasyonu yapabileceği anlamına geliyordu.
Taraflar anlaşma için oturduklarında, Müslümanlar ağır maddelerle karşılaştılar. Şartlar eşit değildi. Ellerinde savunma silahı olarak sadece kılıç bulunan Müslümanlar, buna rağmen savaştan yana tavır koyuyorlardı. Özellikle Hz. Ömer ve ekser sahabe, yazılan anlaşma maddeleri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Hz. Peygamber, hiç olmadığı kadar kendi arkadaşlarının muhalefeti eşliğinde bu anlaşmayı imzaladı.
Hz. Ömer bir türlü teskin olmuyor, bizzat Hz. Peygamber’e; “Biz neden dinimizi küçük düşürüyoruz?” diyordu. Onun verdiği cevaplar kendisini tatmin etmemiş olacak ki, Hz. Ebubekir’e varıyor; “Neden böyle bir anlaşma imzalıyoruz?” diye soruyordu. Hz. Peygamber’in “Kurbanlarınızı kesin ve tıraş olduktan sonra ihramlardan çıkın” emrini sahabe ağırdan alıyordu. Öyle ki Hz. Peygamber, eşinin tavsiyesi üzerine kurbanını kesip, tıraşını oldu ve ihramdan çıktı da, bunu gören arkadaşları sinirden birbirlerini ezercesine denileni yaptılar. Herkesin sorduğu soru şuydu: “Hani biz Mekke’ye gidecektik, neden bu yıl gidemiyoruz?” Çünkü anlaşma maddelerinden biri, Müslümanların ertesi yıl umre yapabileceği şeklindeydi.
İşte bu olaylardan sonra inen Fetih suresi, ileride Mekke’ye gidileceği, buranın fethedileceği müjdesini içinde barındırıyordu. Elbette ki Hudeybiye bir fetihti. Ama gelen surenin sadece Hudeybiye için indiğini, ileride gerçekleşecek olan Hayber ve Mekke’yi ilgilendirmediğini söylemek ya da bu anlama gelebilecek tarzda kelimeleri yuvarlamak, Hazret’in kendi ifadesi ile cehalettir.
Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere, fethin iki anlamı vardır: Beldeleri ele geçirmek bu anlamlardan birincisidir. O beldelerdeki veya herhangi bir yerdeki insanların gönlünü kazanmak da ikinci anlamı teşkil etmektedir. Zaten işin içinde gönüllerin fethi olduğu için bu kavram işgal ile ayrışır.
Hudeybiye bir fetihti. Çünkü bu sayede on yıllık bir çatışmasızlık ortamı sağlanmış oluyordu. Böylece birbirinden uzaklaşmış olan iki topluluk arasında ilişkiler gelişmeye başladı. Barış ortamından istifade ile davetçiler kabile kabile dolaştılar ve ihtidalar gerçekleşti. Zaten isteyen kabile anlaşmaya taraf olabiliyordu. Böylece resmi olarak tanınan Medine Devleti çevre kabilelere güven verdi.
Saydıklarımız Hudeybiye’nin manevi fetihlerine örneklik teşkil etmektedir. Ama anlaşmanın akabinde gerçekleşen Hayber’in fethi de bir fetihtir. İki yıl sonra on bin kişilik bir ordu ile gerçekleşen Mekke’nin fethi de bir fetihtir. Gelen ayetler bu fetihleri de müjdeliyordu ki, aynı müjdeyi Hz. Peygamber bizzat Hz. Ömer’e vermiştir. Böylece başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe yaptıkları muhalefetten nedamet duydular.
Demem o ki Hazret’in fetihten sadece anlaşma ve dolayısıyla Hudeybiye’yi anlamış olması yanlıştır.