Bilindiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yılki Mevlid programları çerçevesinde, “Peygamber ve Vefa” temasını işlemektedir. Geçmişte bizlere yapılan bir iyiliğin veya ihsanın hayırla yâd edilmesi ve yapana karşı kadir kıymet bilecek tarzda yaklaşılması anlamına gelen vefa, aynı zamanda Peygamberi bir davranıştır.
Bu tavrın sadece kullar arasında değil, Yaradan ve yaratılan arasında da geçerli olması gerekir. Çünkü Allah’ın bizlere olan ihsanlarını anıp karşılığında şükretmek, yani vefa göstermek, İslami bir haslettir.
Allah’ın bizlere yönelik olan emir ve nehiyleri arasında anne ve baba hakları önemli bir yer tutar. Onlara gösterilmesi gereken ihtimam ile ilgili olarak; kendilerine “Öfff” bile denmemesi gerektiği hususu, ilahi ikazlar arasındadır.
Tabi Peygamber (sav)’in hadisleri arasında, bu konu önemli bir yer işgal eder. “Allah’ın rızasının anne ve babanın rızası ile birlikte olduğu” veya “Bu dünyada en çok kime saygı gösterip, kollamam ve gözetmem gerekir sorusuna karşılık, Allah Resulü (sav) üç kez annen, sonra baban” diye cevap vermiştir.
Bu vesileyle şu soru akla gelebilir: Bilindiği üzere Peygamber (sav) söylediği her şeyi pratiğinde bize göstermiştir. Fakat O (sav), babasını hiç görmedi. Annesi ile kaldığı süre, sütanneye verildiği zamanları çıkarırsak, 2-3 yıl gibi kısa bir süredir ki, zaten bu yıllarda Peygamberimiz çocuktur. Oysa kendisi yetişkinlere bu tavsiyelerde bulunmuştur.
İyi ama Peygamber (sav)’in kendisi bir yetişkin olarak anne ve babası ile bulunmadı ki, biz ondan anne ve babaya nasıl hürmet gösterildiğini öğrenelim. Çocukluğunda annesini sevmiş olabilir. Zaten her çocuk annesini sever. Önemli olan yetişkin olarak ihtiyarlamış anne veya babasını sevmesi, onlara saygıda kusur etmemesidir. Oysaki biz bu konuda Peygamber (sav)’i örnek alacak pratiklere sahip değiliz.
Peki, kendisinin tavsiyede bulunup, pratiğinde gösteremediği bu hususta, ebeveynlerine nasıl davranacağını biz nereden bilebiliriz?
İşte bu noktada, Peygamber (sav)’in anne ve babaları olmadıkları halde, çocukluğunda ona yardım edenlere karşı kendisinin gösterdiği vefa örnekleri önem kazanmaktadır. Bunlardan ilki elbette sütanne Halime’dir.
Halime bir vesile ile Mekke’ye geldiği vakitlerin birinde, Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlidir. Saadet hanesini ziyaret ettiğinde, Peygamberimiz (sav)’e kıtlıktan dolayı çektikleri sıkıntıları aktarınca, Hz. Hatice (ra) annemiz ona kırk kadar koyun ve yükleri için bir deve vermiştir. Ne vefa ne cömertlik ama…
Araplar arasındaki bir saygı nişanesi de, ridasını çıkararak saygı gösterdiği kişiyi üzerine oturtmaktı. Yine bir gün Halime Hatun, Peygamberimiz (sav)’i ziyarete geldiğinde, Peygamber (sav) onu görür görmez “Anneciğim, anneciğim” diye seslenerek yanına gitti ve en önemli şahsiyetlere gösterilen bir saygı ifadesi olarak, ridasını yere serip sütannesini üzerine oturttu.
Peygamber (sav)’in annesi ve dedesinin vefatından sonra kendisine Ebu Talip ailesi bakmıştı. Bu anlamda hem amca hem de yengenin emekleri inkâr edilemez. Kendisine bir aile ortamı sunan Ebu Talip ve eşi Fatıma Hatun, tam bir ebeveyn gibi davranmışlardı. Ta ki O (sav) evlenip, Hatice ile yuvasına yerleşinceye kadar bu şekilde devam etti.
Kaynaklarımız; “Peygamberimizin Fatıma Hatun’a ne kadar değer verdiğini, her zaman bir anne muamelesi yaptığını, vefatı esnasında kazılan mezara bizzat uzandığını, kendi gömleğini ona kefen yaptığını ve bu muameleye şaşıran ashaba verdiği cevapta; “O annemden sonra annemdi, benim karnımı doyurmadan çocuklarının karnını doyurmaz, üstümü başımı temizlemeden, saçlarımı yağlamadan çocuklarına bakmazdı” dediğini belirtmektedirler.
Ayrıca kıtlık zamanında amcasının çektiği maddi zorlukları hafifletmek için, onun oğullarından Ali’yi yanına almış, Cafer’in de amcası Abbas tarafından alınmasına vesile olmuştu. Ebu Talip ve Fatıma Hatun, ona nasıl ki ebeveyn oldularsa, O ve muhterem eşi Hatice de Ali’ye anne baba gibi şefkat gösteriyorlardı.
Konumuzla ilgili olarak; Ashab ilk Müslümanlara çok hürmet ederdi. Tabiin Ashaba saygı ve sevgi gösterirdi. Konuyu kendi açımızdan güncelleyecek olursak, 1990’lı yılları yaşayan ve 2000 yılının soğuklarından geçenlere çok şey borçluyuz. Kendilerine saygıda kusur etmemek gerekiyor. Deneyimlerinden istifade etmemiz yolumuza ışık tutacaktır. Yaşananları siyerin kayda geçirilmesi gibi kayıt altına almamız gerekiyor.
Yeni nesil şunu bilmeli ki, şu an hayatta olan abilerinin yaşadıkları, gün gelecek siyer dersleri gibi konu konu işlenecektir.
İyisi mi onlar hayatta iken kadir kıymet bilip, tecrübelerinden istifade edelim.