*Pahalılık
Cumhurbaşkanı her katıldığı platformda, Türkiye’yi getirdikleri noktayı, ekonomik kalkınmışlığı, gerçekleştirilen yatırımları, yapılan yolları, savunma sanayindeki gelişmeleri anlatıp durur. Elbette siyasi biri olarak Cumhurbaşkanı’nın icraatlarını anlatmakta haklılık payı vardır.
Lakin Türkiye’de sokaktaki vatandaşın çektiği geçim sıkıntısı da bir vakadır. Bu ne menem bir şeydir bilinmez ama ekonomide geliştikçe bizim vatandaşın alım gücü de azalmaktadır.
Eskiden mevsiminde satılan meyve ve sebzeler ucuz olurdu. Hatta 3 veya 4 kilosu bir lira olurdu. Pazar esnafı üç kilo bir lira diye bağırırdı. Ama şimdi yaz mevsiminde dahi domatesin kilosu 4-5 lira civarındadır. Kış mevsiminin meyveleri de hakeza aynı pahalılıkta satıldı.
Tarladan markete gelip, tezgâhlarda yerini alan ürünün fiyatı, 4-5 katına çıkmaktadır. Tarım ülkesi olmamıza rağmen fiyatlar halkın alım gücünün üzerinde seyrediyor. Bundan çiftçi kâr etse gam yemeyeceğim. Ama çiftçi bu pastadan en az pay alan kişidir. Üretime hiçbir katkısı olmayan aracılar ve nihai satıcılar bu işin kaymağını yemektedirler.
Hükümet son zamanlarda marketleri sıkı denetim altına alıp, pahalılığı önlemeye çalışmaktadır. Fakat kendi politikalarını şöyle bir gözden geçirmesi gerekmez mi? Çünkü birileri çıkıp; “Biz bu ürünleri üretirken mazotun litresini 7,50 TL’ye, elektriği bilmem kaç liraya alıyoruz. Yine satın almak zorunda kaldığımız birçok malzemeyi dolar bazında alıyoruz. Dolar ise her gün artıyor. Mecburen maliyeti kurtarmak için ürünü pahalı satmak zorundayız” derse, ne gibi bir cevap verilir?
Demek ki hükümet kendinden başlayarak, yani kendi kontrolündeki enerjiyi ucuzlatarak işe başlayabilir. Yakıt, elektrik, doğalgaz gibi girdilerin fiyatları yüksek olunca, mamulün de fiyatı pahalı oluyor.
*Liyakat
Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri de kamuya eleman alınması hususudur. Bu konuda müracaatçıların elenmesi için liyakat göz önünde bulunduruluyor. Bizdeki uygulama, bilindiği üzere yazılı ve sözlü sınav şeklindedir.
Yazılı sınavına dediğimiz herhangi bir şey yok. Buna hiç kimsenin itirazı olamaz. Çünkü ilan edilen boş kadrolardan fazla müracaatçı oluyor. Bu da haliyle bir eleme aparatına ihtiyaç doğuruyor. Haliyle devreye yazılı sınav giriyor. Varsın olsun, soruları doğru yapan kazansın.
Ama yazılı sınavın yanına bir de mülakat diye ikinci bir eleme bariyeri koyulduğunda, devreye adam kayırma giriyor. Türkiye’de mülakatın torpil anlamına geldiğini bilmeyen yok. Çünkü kullanımda mülakat kelimesinin karşılığının torpil, referans gibi anlamlara geldiği zannı oturmuş durumdadır.
Kanaatimce hakka hukuka uygun bir mülakat gereklidir. Çünkü kitap ezberlemekle liyakat kazanılmıyor. Aynı zamanda talep edilen kamu görevinin gerekliliklerini pratikte de uygulama kabiliyeti gerekiyor. Bilindiği üzere yazılı sınav için kaynak kitaplara hâkim olmak yetiyor. Ama liyakat için o işin gerektirdiği vizyona sahip olmak, karizmatik bir yapı ve idarede iş bitirmek gerekiyor.
Mülakat dediğimiz şey bilgiyi ölçmek için değil, var olan bilgiyi uygulama kabiliyetini ölçmek için yapılır. Ama maalesef Türkiye’de daha çok adam kayırmak veya bir başkasının ayağını kaydırmak için kullanılır.
Bu anlamda Türkiye’de yapılan mülakatlarda hak ve hukuk ihlal edilir. Şu an gerçek anlamda bir mülakatın yapılmasının şartları mevcut değildir. Maalesef durum bundan ibarettir. Onun için yola mülakatsız devam etmek gerekiyor.
Bence AK Parti’nin bu iki soruna acilen çözüm bulması gerekiyor.