İçimize ırkçılık/milliyetçilik zehrinin zerk edildiği günden bu yana ümmet rahat yüzü görmedi. Öncesinde ümmetin ne hafızasında ne duygusunda ne de pratiğinde bir milletin üstünlüğü ya da bir milleti aşağılama vardır.
Irkçılık/milliyetçilik öyle bir hastalıktır ki; milletiniz için yaptığınız her övgü kaçınılmaz olarak diğerinin milli duygularını tetikleme ve karşı refleks geliştirme sonucunu doğurur. Bir yanlış diğer yanlışı besler ve büyütür. Kendiniz için istediğiniz her hak diğerlerine de bir hak olarak doğar ve eğer bu hakkı vermemişseniz hak gaspında bulunmuş olursunuz.
Yaşadığımız coğrafyada da maalesef bu hastalık en az yüz yıldır içten içe kemiriyor kardeşlik bağlarımızı. Özellikle bu gövdenin önemli parçası olan, Kürd`ler öncelikle kesilip atıldı. Sonrasında monte edilmeye çalışılıyor. Ancak yabancı bir uzuv muamelesi ile yerine tutturulmaya çalışılıyor. Bu cebri ve gayri tıbbi montaj doğal olarak doku uyuşmazlığı yaşıyor. Hatta kangrenleşme emareleri gösteriyor. Sonrasında da Kürdler “ümmetçi” değiller diye sitemde bulunuluyor. “Ayrılıkçı” tutum ile itham ediliyor.
Bilakis bu meselede Kürd`ler ancak şikâyet etme makamındadırlar. Ve ancak hakları gasp edilmiş kardeş pozisyonundadırlar.
Esasen biz Kürd`lerin Marksist örgütle problemi Kürd meselesi üzerinden değil, bilakis örgütün tutumundan, kötü niyetinden, zihniyetinden, silahlı ve vahşi eylem tarzından, ideolojisinden ve bilumum İslam düşmanlarıyla iş tutmasından kaynaklıdır.
Özellikle bu meseleye duyarlı olduğunu düşündüğümüz son on beş yıllık hükümetler döneminde bu gazetede ve gazetemizin taşıdığı misyona sahip parti ve sivil toplum kuruluşları zemininde, Kürd halkının İslami ve insani bütün haklarının hiçbir gerekçe ileri sürülmeden teslim edilmesi gerektiğini yana yakıla haykırdık. Birlik ve kardeşliği tesisin ortak paydası olan İslam`ın çizdiği ölçüler dışında herhangi bir yolun olmadığını bilmem kaç bin kez söylemişizdir. Maalesef ortak tarih ve “akrabalaşma” bilinci de oldukça tahrip edilmiştir. Yeni nesil Türk ve Kürt`lerde bu bilinç yerini başka modern “ben”ci anlayışlara bırakmıştır.
Doğru bulmasak da bugüne kadar verilecek her hak örgütün hanesine yazılacağı gerekçesiyle verilmedi. Bu gün ise tam zamanı… Örgüte destek veren siyasetçiler tutuklanmış, belediyelerine kayyum atanmış, örgüt ve siyasetçileri halk desteğini önemli ölçüde kaybetmişken Kürt meselesini iyi niyetle ele alıp örgütün dışında kalan kahir ekseriyet diğer Kürtler ile müzakereler başlatmak gerekmez mi? Örgütün elinden bütün argümanlarını almak gerekmez mi?
Kürt Meselesi`nde “samimiyet testi”nden geçmenin tam zamanı değil mi? Kardeşliği eşitlik, adalet ve hakkaniyet çerçevesinde tesis etmenin tam zamanı değil mi? Derhal, hemen bugün, yarına kalmadan işe koyulmanın tam zamanı değil mi? Korkarım yarın yine geç olabilir. Kürtler özellikle 6-8 Ekim vahşetinden bu yana örgüt ve siyasetçileriyle arasına mesafe koymuştur. Örgüt ve siyasetçilerince 6-8 Ekim`den bu yana halka 68 kez sokağa inme çağrısında bulunulmuş ancak bir kez bile karşılık bulmamıştır. Oysa hiç biri “hak talep etme” pozisyonunu değiştirmemiştir.
Eğer örgüt veya siyasi uzantıları biterse Kürt meselesi çözülmüş mü olur. Kürtler hak talebinden vaz mı geçer. Elbette hayır. Bilakis Kürt`ler PKK`siz başı daha dik, daha makul ve meşru zeminlerde bu hakkı talep etmekten vazgeçmeyecek. Ancak verilmeyen ve geciktirilen her hak, iki kadim millet arasındaki ayrışmayı büyütecektir.
O halde bu meseleyi adalet temelinde behemehâl çözmenin tam zamanı. Aksi halde çocuklarımıza anlatacak ve onları avutacak elimizde hikâye kalmadı.