Müslümanlar olarak çok kadim, yüce, insanlığa örnek olacak bir din, tecrübe ve geçmişe sahibiz. İslam’ın öğretileri mistik, ütopik, pembe hayallerle sınırlı kalmamış, ferdi ve içtimai alandan, devlet boyutunda ve uluslararası ilişkilere kadar her alanda hayat bulmuştur.
Günümüzde yeni yeni isimlendirilen ve uygulama alanı bulan sosyal adalet, ehliyet ve liyakat, yargının tarafsız ve bağımsızlığı, insani manada yardımlar gibi kavramlar İslam toplumunda asırlar önce pratiğe dökülmüştür. Öyle ki yabani hayvanların kışın sert geçtiği dönemlerde hayatlarını sürdürebilmeleri için özel vakıflar kurulmuştur..
Polisiye tedbirler olmadan insanlar her türlü tehlikeden uzak ve huzur içerisinde yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Can, mal, nesil, akıl ve din emniyeti sağlanarak sağlıklı nesiller yetişmiştir.
İslam dini; asabiyetin çok ileri düzeyde olduğu Arap toplumunda öyle bir kardeşlik tesis etmiş ki, kardeşi için, kendi aşiretine, ailesine, kardeş, baba ve oğluna karşı savaşmıştır. Ensar ve Muhacir kardeşliğinin tarihte bir benzeri yoktur.
Peygamber aleyhisselam, bağ ve bahçelerini duvar ve çitlerle ören ashaba, ‘bağ ve bahçelerinizde hayvanların da hakkı vardır’ diye buyurmaları üzerine ashab, bahçe duvarlarında kapı ve geçitler açmışlardır.
Hz Ömer, Müslüman memlekette hayvanlar açlıktan ölüyorlar denilmesin diye kışın sert geçtiği dönemlerde dağlara buğday ve yiyecek serpilmesini emretmiştir.
Hulefa-i Raşidin’den kabul edilen Halife Ömer b. Abdulaziz döneminde şehirlerin meydanı ve caddelerinde ‘yok mu evlenmek isteyen, yok mu borcu olan, yok mu maddi ihtiyacı olan… gelsin onların ihtiyacını karşılayalım’ diye tellallar bağırmışlardır.
Bu bilgiler birer menkıbe ya da hikaye değil, sağlam vesikalarla günümüze kadar ulaşmıştır.
İslam, Malezya, Singapur ve diğer uzak ülkelere İslam’ın yayılması doğal ve tabii olarak ulaşmıştır. Buralara ticaret için giden Müslüman tacirlerin eminliğinden, dürüstlüğünden ve ahlaklarından etkilenen yerel halk kendi istekleriyle aşk ve şevkle Müslüman olmalarıyla kısa sürede yayılmıştır.
Bu durum sadece tarihe has bir olgu değildir. Günümüzde de bu devam etmektedir.
Dünyanın farklı bölgelerinden İslam diyarlarını gezen nice insan, Müslümanların İslami uygulamalarından etkilenmiş ve kendi topraklarına Müslüman olarak dönmüşlerdir.
Osmanlı döneminde İstanbul’a gelen bir Fransız seyyah, insanların gizlice sadaka taşlarına gizlice para bırakmalarını, fakir ve ihtiyaç sahibi olanların korumasız ve bekçisiz olan bu sadaka taşlarındaki paradan sadece ihtiyacı kadarını almasından etkilenerek Müslüman olmuştur.
Bu ibretlik olaylardan biri üç gün önce Filistin’de gerçekleşti.
Müslümanlarda kardeşlik, vefa, emanete riayet anlayışının hala canlı ve diri olduğunu ispatlamaktadır.
Müslümanlar arasında ümmet olma şuurunun canlı olduğu, aralarında suni sınırların olmadığı 1915 yılında Flisitin’in Nablus şehrinde bir Osmanlı askeri, başka bir cepheye gitme emri alır. İsmi, milliyeti belli olmayan bu asker yanında birikmiş olan parasını bir bez parçasına sarar. Orada esnaf olan Rüştü Efendi’ye ‘dönebilirsek alırım’ diye emanet olarak bırakır.
Asker, bir daha geri gelmez ve hakkında hiçbir malumata ulaşılmaz.
Rüştü Efendi, bezin içinde ne olduğunu bilmez, emanet diye içini açıp bakmaz. Bu emanet tam 106 yıl babadan oğula geçer. Kuşaklar boyu emanet olduğu gibi muhafaza edilir. Emaneti en son muhafaza eden Ragıp Efendinin yeğeni Ragıp Hilmi el Alul’dur. Emanetin içinde ne olduğu 3 yıl önce hikayeyi haberleştirmek için gelen muhabirin önünde açılmasıyla öğrenilir
Sarılı bezde Osmanlı Padişahı Sultan Mehmed Reşad döneminden kalma, 10 adet yarımşar liralık, 117 adet birer liralık ve 5 adet de beşer liralık banknotlardan olmak üzere toplamda 147 Osmanlı lirasından oluşuyor.
Emanet, geçen hafta içerisinde bir törenle Ragıp ailesinin üyesi Hilmi el Alul, tarafından Türkiye’nin Kudüs Konsolusu’na teslim edildi.
Allah, bize tarihimizden ders almayı ve İslam’ın öğretilerini her alanda hayata geçirmeyi nasip etsin…