Batman’dayız, büyük bir caminin altında aynı büyüklükte bir taziye evi, vefât eden bir annemizin taziyesindeyiz. İçerisi tıklım tıklım dolu, daha da ilginç olanı durmaksızın dolup boşalıyor.
Kendi kendime dedim ki; “Öyle ya, kendilerini İslam davasına adayan sekiz erkek ve üç kız kardeşin anneleri olan böyle annenin cenazesi ve taziyesi böyle kalabalık olacak elbette.” Hatta bu düşüncemi sesli olarak yanımdaki arkadaşa aktardım. Biraz tebessüm ettikten sonra; “Hayır hocam, mesele bildiğinizden çok daha başka. Tamam evlatlarının her birinin hatırı ve çevresinin etkisi vardır ama” dedi ve salonu dolduranlara işaret etti;
“Şu gördüğünüz kalabalık içinde yirmi beş yaş üzerinde ne kadar insan varsa onların büyük bir kısmı o zor günlerde bu annemizin evine sığınmıştır, onun serdiği yatakta yatmış, onun pişirdiği yemekten yemiştir. Onun evi Müslümanların sığınağıydı, o hepimizin anasıydı. Şu kalabalık sadece evlatlarının hatırı değil...” dedi.
Sonra düşündüm ki ben de defalarca bu annemizin evinde misafir oldum, serdiği yatakta yattım, pişirdiği yemeklerden yedim.
İşte bu bizim anamız, işte bu “İslam’ın Kadını”! Kadın olmanın anne olmanın en çok tartışıldığı, daha da ötesi, kadın olmaktan, eş olmaktan, anne olmaktan fersah fersah kaçıldığı günümüzde Rabbim bize bu annelerimizi lutfeyledi.
Kadınlığın, anneliğin, eşliğin savrulup gittiği kozmopolit dünyaya söyleyeceklerimizi sonraya bırakalım da Müslüman bayanlarımızın her şeyi yeniden bir daha düşünmeleri gerekir diye inanıyoruz.
Ölenlerin ardından protokol nutukları çekmek değil, Müslümanlar çok şey kaybetmiştir.
Hiç bir yerde adı olmayan, hiç bir yerde bir resmi, bir kaydı ve görüntüsü olmayan; ama Allah katında hiç bir amelinin ve eyleminin zayi olmayacağına inandığımız Mehdiye Gültekin annemizin Rabbimiz makamını cennet eylesin, Müslümanları böylesi annelerden mahrum bırakmasın, öksüz eylemesin.