Suriye`den Türkiye`ye iltica edenlerin Türkiye vatandaşlığına alınması konusu, yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Bu tartışmaların tarafları, farklı saiklerle olaya yaklaşmaktadırlar. Vatandaşlığı savunanlar da karşı çıkanlar da farklı gerekçelerle tezlerini hararetle savunmaktadırlar. Bu tezlerin çoğu, ideolojik kaygılarla yapılmakta olup, sorunun reel analizinden uzaktır. Haliyle yapılan tespitler, sorunun çözümüne katkı sunma keyfiyetinden büyük ölçüde yoksundur.
Bizce, bu sorunu toptancı bir yaklaşım ile ele almaktan ziyade, yani toptan kabul ve redde mahkûm olmadan, gerçekçi bir şekilde analiz etmek gerekir. Ve bu sorunu önemli hale getirecek veya önemsizleştirecek olan, bu konuda atılacak adımlara anlam katacak olan husus, teknik detaylardır. İyi niyet yeterli değildir, bu konunun alt yapısının iyi hazırlanması ve sürecin iyi yönetilmesi gerekir.
İyi yönetilmeyen bir süreç, kısa ve uzun vadede toplumsal krizlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Entegrasyon sürecinin çok iyi idare edilmesi gerekir. Asimilasyon politikasına yönelmeden, temel hak ve özgürlükler korunarak, teknik detaylara dikkat edilerek çok boyutlu bir entegrasyon süreci uygulamaya konulmalıdır. Yani, kapsamlı bir ara süreç formülü uygulamaya konulduktan sonra, elde edilecek neticelere göre nihai politika belirlenmelidir. Böylelikle sorunun zamana yayılmış bir şekilde pratiği ile beraber gözlemlenme imkânı elde edilebilir. Zamana yayılmış uygulamaların, keskin ve “oldubittiye” getirilen politikalardan daha iyi netice verdiği gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Mazlum insanlara kucak açılırken, asıl vatandaşların mağdur edilmemesi ve tanınacak haklar noktasında bir dengenin kurulması diğer önemli bir konudur.
Öncelikle bu soruna sağlıklı bir sonuç bulabilmek için şu soruyu kendimize soralım:
Bu sorunun çözümü noktasında neyi hedeflemekteyiz?
Bu soruya verilecek cevaba göre uygulanacak bir politika daha sağlıklı olacaktır.
İfade edildiği kadarıyla bu sorunun bir değil birden fazla yanıtı vardır.
1) İltica etmiş olan Suriyelilerin beyin gücünden istifade etmek, bu fikir gücü potansiyelini Türkiye`nin kalkınması zemininde kullanmak. Yani çeşitli kademelerdeki okumuş kesime vatandaşlık vermek.
2) Mazlumlara kucak açmak.
3) İltica etmiş olan Suriyelilerin teknik yetenek ve becerilerini Türkiye ekonomisine kazandırmak.
4) Suriyelilerin sermayelerinden istifade etmek ve bu sermayeyi ekonomiye kazandırmak.
Madem bu sorunun birden fazla yanıtı varsa ve farklı tabaka ve özellikteki insanlar bu sorunun muhatabı iseler, o halde farklı statüdekilere farklı kriterlerin uygulanması lazımdır.
Suriye`de okuma ve belli kademelere gelme fırsatını elde edenler bellidir. Despot Esed rejimi belli inanç eğilimine sahip olan ve yine belli etnisite mensuplarına bu fırsatı tanımamıştır. Okuma imkânı elde edenler ve belli mevkilere gelenlerin genel anlamda profili belirginleşmektedir ki, bu hususun mutlaka göz önünde bulundurulması lazımdır.
Birçok ileri kriterin, iç baskılar neticesinde uygulanmasından dolayı, mazlum olanların mazlumlukları edebiyat ile sınırlı kalacaktır. “Bodrumlarda yaşayanlar” olarak ifade edilenler, mazlumlukları ile baş başa kalacaktır.
Sermaye konusunda genel anlamda Suriye`deki fırsatları değerlendirme imkânına sahip olanların kimler olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Kısacası mikro düzeydeki ayrıntılar bu meselede hayati öneme sahiptir.
Bütün bunları zikrettikten sonra genel bazı hatırlatmalarda bulunmakta fayda vardır.
Tarihte ve günümüzde inşa edilen büyük medeniyetlerde göçmenlerin payı çok büyüktür. İnsanlık tarihinin inşasında göçmenlerin/ muhacirlerin büyük bir rol oynamaları, sosyolojik bir gerçektir.
Toplumsal entegrasyon sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilirse, muhacirler yük değil, tam tersine toplum için yeni bir dinamizm olur.
Yaklaşık bir asır önce Suriyelilerle aynı idari sistem altında idik... Yani bugünün tabiriyle, aynı devletin vatandaşı idik... İngilizler ve Fransızlar başta olmak üzere Batılı şer güçler, bizi kardeşlerimizden ayırdı. Zamanla bu ayrışma, zihinlerde de keskin bir hendek meydana getirdi. Hendeğin bir tarafındakiler diğerlerini ötekileştirdi. Neredeyse bütün aidiyet bağları ya ortadan kalktı ya da çok zayıfladı. Bu kardeşlerimizi ayrı görmek; zihin işgaline müsaade etmek, hatta bu zihin işgaline kutsal bir statü atfetmektir. Prensipte Türkiye toprakları içerisinde göç edenlerin durumu nasılsa Suriye`den bu topraklara gelenler de böyle görülmelidir. Ama büyük bir kitlenin göçü ve nispeten farklılaşmış bir kültür ve gelenekle şekillenmiş ve kendilerine has sorunları olan bir topluluk söz konusu olduğu için, ütopik davranmak da doğru değildir. Sosyal bir çatışmanın ve uzun vadede bazı krizlerin zemininin oluşmaması için, reel gerçeklikler göz önünde bulundurularak sağlıklı ve itinalı bir entegrasyon sürecinden sonra vatandaşlık verilebilir.
Ayrıca bu kardeşlerimizin sorununu çözme noktasında, sadece vatandaşlık değil, Türkiye ve Suriye zemininde farklı formüllerin müzâkeresinde fayda vardır.