Son iki asır, Müslümanlar için zorluk, sıkıntı, işgal, fakirlik, iç mücadelelerden öte bir şey getirdi mi?
Yenilgi psikolojisiyle teslimiyetçi bir vaziyet, gevşedikçe belirginleşen tembellik; mal, can endişesi fazlalaştıkça ziyadeleşen nemelazımcılık ümmet açısından kötü gidişatı arttırmaktan başka bir işe yaradı mı?
Soruları başlı başına psikolojik ve sosyolojik bir teze fazlasıyla malzeme olabilecek tahlil ve değerlendirmeler içeriyor. Belki de dünya Müslümanları olarak kendimize kısmen çeki düzen verip uluslararası arenada sesimizin netleştiğini hissettiğimiz bugünlerde bu sorulara bir nebze değinmek gerekliliği söz konusudur.
Çatışma psikolojisinde yenilginin nedenlerinden ikisi saldırıyı hemen başlatanın rakibine karşı ilk üstünlüğü sağlaması ve ilk darbeyi alanın rakibini gözünde büyüterek onun yenilmezliği yanılgısına kapılmasıdır. Artık zaaf görülmüş, rakip sağlı sollu aparkatlarla yerinden kalkamaz hale getirilmiştir. Hele bir de kontra ataklarla darbeleri indiren dev aynasından algılanmışsa o zaman rakibin nakavt olması işten bile değildir.
Düşman karşısında yersiz komplekslere kapılmak da düşmana hak etmediği bir üstünlüğü/galibiyeti altın tasta sunmak olur ki, bu işin en acınası tarafıdır.
Sanayi Devrimi, Fransız İhtilali, Osmanlı-Rus Savaşları ( Sürekli gelen yenilgiler, toprak kayıpları ve savaşa ayrılan bütçe sebebiyle büyüdükçe büyüyen ekonomik açık), Balkan, Trablus, Birinci Dünya Savaşı... derken elden bir bir giden İslam beldeleri,
Toprak işgalleriyle yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle nemalan emperyalizm, kültürel
asimile ile çağdaşlık tasmasıyla köleleştirilen toplumlar nazarında entegre projesi tutmuş; ölüm gösterilen Müslümanlar sıtmaya razı edilmişlerdir.
ayetinin birinci kısmına taalluk eden tehdit epey bir süre etkisini göstermiştir.
Ne zaman ki ayetin ikinci kısmına ş“Bir kısım insanlar, müminlere: ‘Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!` dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!` dediler.”amil olan basiretli öncüler, medeniyet diye hayat pazarına sunulan şarlatanlığın tek dişli canavar ve modernizm adıyla yutturulan yaşam standartlarının aslında çıplaklığı orta yerde olan ahlaksızlık olduğunu İslami endişesiyle ve tecrübi bilgileriyle deşifre ettiler, işte o zaman aslında güçlü olanın düşman değil, aslında onun gözümüzde büyütülen koca bir yalan olduğu aşikar oldu.
Filistin`in işgalci siyonizme intifada ile başlattığı karşı çıkışın bugün devlet netice verdiğini düşünürsek,
Düne kadar istihbaratın hamaratlı antenleri olarak lanse edilen, yerde yürüyen karıncadan ve gökte uçan kuştan bile haberi(!) olan efsanevi(!) CIA veya MOSSAD`ın Lübnan`da Hizbullah karşısında yaşadığı istihbari yıkımın şifrelerini iyi okursak,
Irak`a debdebeli ve şatafatlı bir gelişle gelip Baas zulmünden “El eman!” halka demokrasiyi silahlarının ucundan akan vahşetlerle hediye(!) eden Amerika`nın girdiği çıkmazdan ve düştüğü ekonomik krizden kurtulma çırpınışlarını hakkıyla görürsek,
Devrimin ilk günlerinden karşıt devrim projeleriyle ve her türlü ambargo girişimiyle yıkmaya çalıştıkları İslami İran İnkilabı karşısında- özellikle ABD`nin casus uçağının düşürüldüğü son olaydaki acziyeti- aldığı siyasi/politik yenilgileri izlersek
Aslında “ Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır” ayetinin kapsamına bugün gözlerde devleşen emperyalist acizliğin de dahil olduğunu rahatlılıkla görürüz.