Strateji planları genellikle teorik düzeyde göz alıcı ve doyurucu olur. Belki de dört başı mamur bir plan olarak ortaya çıkar; ama bunların sahada somutluğa bürünmesi ve pratik kazanımları çoğunlukla yüzeysel ve 'dostlar alış verişte' görsün düzeyinde kalır. Kadın olsun veya başka dezavantajlı grup ve kişiler olsun ilgili paydaşların tümü sürece dâhil edilmedikçe, bire bir etkileşimli görüşmeler ve vaka tespitleri yapılmadıkça, mahremiyet ilkesi gözetilmedikçe, ailenin ayakta tutulması/korunması refleksi ağır basmadıkça güzellemeler masa etrafında, kâğıt üzerinde ve işlenmiş hata oranı yüksek veriler olmaktan öteye gidemez.
‘Ulusal Düzenlemeler’ başlığında, AK Parti hükümetleri döneminde yapılan yasa ve yönetmenlik düzeyindeki değişikliklere değinilmiş. Değişikliklerin tamamında ısrarla 'eşitlik ve şiddet' gibi kavramlara vurgu yapılmış. Bu noktalar önemlidir; ama 6284 sayılı ailenin korunması... şeklinde devam eden kanunda ve diğer resmi hüküm ve kayıtlarda ısrarla BATI, AB ve BM gibi referanslar kendi iç dinamiklerimiz, inanç ve gelenek bağlamında yüzyılları aşan aile yapımız ve insana bakış çerçevemiz ile tam örtüşmemektedir. Kadına eşitliğin ve şiddetin doğru yorumlanmadığı gerçeğini dile getirmektedir. Eşitlik kavramı, salt bağlamda değerlendirilmiştir. Oysa ne yapılırsa yapılsın fizyolojik, psikolojik ve fıtri bağlamda iki farklı dünya var karşımızda. Kadın ve erkek ilişkilerinin eşitlik bağlamında değil her birinin kendi yaratılış ayrılığında yapabilirlik bağlamında değerlendirilmesi lazımdır. Eşitlik kavramı illa konuşulacaksa bu 'uygulama ve yaklaşım' vurguları ile düşünülmeli, değerlendirilmeli ve uygulamaya dâhil edilmelidir. Kadına şiddet konusunu ortaya çıkaran sebep ve zeminler göz ardı edilerek uygulanacak 'şiddetin önlenmesi' hiçbir fayda sağlamayacaktır. İnsanların 'akıl, can, mal, nesil, namus ve inanç' emniyeti sağlanmadan ve bu konuda toplumun fertleri arasında bir güven limanı tesis edilmeden şiddet hep devam edecektir. Şiddetin en çok görüldüğü kesimler, şiddeti ortaya çıkaran psikolojik ve sosyolojik analizlerle deşifre edilmedikçe, zinanın serbestliği devam ettikçe, kadının iş hayatına dâhil edilmesi çoğunlukla 'cinsel bir obje' olarak görülmesi zihniyetinden kurtulmadıkça ve özellikle özel sektörde kadına ucuz iş gücü olarak bakma mantığı devre dışı bırakılmadıkça kâğıt ve yasa üzerindeki doygunluk ve yeterlilik pratik doğru sonuçlar ortaya çıkarmayacaktır.
“Erken Yaşta ve Zorla Evliliklerle Mücadele İl Eylem Planları" Bu başlık toplumsal realitelerden yoksun düşünülmüş ve saha uygulaması birçok sosyal travmaya ve aile trajedilerine yol açmıştır. Erken yaştan kastın ne olduğu net izah edilmelidir. Bir kız çocuğu bulunduğu coğrafyanın iklim şartlarına bağlı olarak 12 yaş ve 17 yaş arasında başlayan bir ergenlik süreci yaşıyor. Erkeklerde bu 14-18 yaş arasına tekabül ediyor. Ülkemizde bu yaşın kızlar için alt sınırı 12, erkekler için 14 iken 18 yaşı reşit olma zamanı olarak değerlendirmek yanlıştır. Evlilik ve aile olma zamanı için ilgili kişilerin 'ergenlik başlangıcı, sorumluluk alma düzeyi, ekonomik yeterlilik ve karşılıklı rıza' öncelenmelidir. Sadece 18 yaşı esas alıp 16 ve 17 yaşındaki evlilikleri erken evlilik diye sınırlayıp erkeği cezaevine atmak ve kendi rızasıyla ve nikâhıyla evli olduğu aile ortamından ayırıp yüz kızartıcı suçlar kapsamında sosyal tepki ve dışlamaya tabii tutmak büyük bir zulümdür. Bununla birlikte yasal engele takılmamak için kendi isteğiyle zina yapanlara herhangi bir yaptırıp uygulamamak toplumu büyük bir yıkımın eşiğine getirmek olur.
Kadının merkeze alınarak yapılan bu 4 yıllık stratejik planlama da eğitim verileri incelendiğinde 3-5 yaş arası gruptan başlayıp doktora düzeyinde eğitime kadar verilerde önemli, ciddi ve yüksek oranlı artışlar görülmektedir; ama eğitimin sadece okuryazarlık ve farklı mesleki gruplarda diploma alma/almama ile ölçülmesi bir eksikliktir. Sürecin sadece öğretme/öğrenme ile ilerlediği realitesi bağlamında 'eğitim, ıslah, rol model, değerler ve istihdam' gibi önemli ayaklardan yoksun olması varılacak sonuçlar açısından büyük bir açmaz, çıkmaz ve toplumsal tahribattır. Mananın göz ardı edilip 'ben ve haz' olgusunun öne çıkarıldığı bir öğrenme ve öğretme sürecini eğitim olarak isimlendirmek yanlış olur. Rakamların 'Bu kadar kişi okuryazar oldu, üniversiteden mezun oldu.' üzerinden yükseltilmesi önemlidir. Bu oranın kimi veri tabanlarında %100'e yaklaşması kıymetlidir; ama bu veriler 'aile yapısının güçlenmesi, edinilen meslekler üzerinden istihdam getirmesi, şahsiyet oluşumu ve güvenli ve güven veren bireyler' gibi sonuçlar ortaya çıkarmıyorsa yaraya daha doğru ve sağlıklı neşter vurma ihtiyacı her zaman kendini koruyacaktır.