Roger Garaudy, “Siyonizm Dosyası” isimli eserinde şöyle der: “israil Devletinin kuruluş doktrini; arkasına saklandığı Yahudi geleneğinden değil fakat ırkçılığın, ulusçuluğun ve sömürgeciliğin bir başka şekli olan XIX. yüzyıl Batı ulusçuluğundan ve sömürgeciliğinden doğmuş Siyasi Siyonizm’dir.”
Batı ulusçuluğu ve sömürgeciliği, çıkar çatışmalarından dolayı sebep olduğu 2 dünya savaşıyla 75 milyon insanın ölümüne neden olmuş, ardından kurduğu ittifaklar ve çok uluslu şirketlerle tüm dünyayı sömürmüş ve halen sömürmeye devam etmektedir.
Kendi çıkarlarına uyduğu müddetçe oluşturduğu hukuk normlarına uymuş, çıkarları zedelendiğinde ise kendini “la yü’sel” konumunda görerek tüm standartları iptal etmiştir.
Batı merkezli ideolojiler sömürü sistemlerinin sağlıklı işlemesi için her zaman iyi bir işlev görmüştür. Medya ve akademi de bu konuda “destek gücü” olarak görev yapmış, yalanları bilimsel formatta sunma, algıları yönetme, toplumları manipüle etme gibi konularda kendilerinden beklenen hizmeti hakkıyla yerine getirmişlerdir.
Ama işte “imalat hataları” da her zaman kendini göstermiştir.
Yalanları kabullenmeyen, vicdanın sesine kulak vererek algılara kapılmayan insanlar, sistem içi araçlarla baskılanmış, medya tarafından görmezden gelinmiş, görünür olmalarının önüne geçmek için hukuki ya da hukuk dışı her yola başvurulmuştur.
Sistem bu türden “ayrık otlarının” varlığını ve yapabileceği etkileri her zaman hesaba kattığı için tehlike olarak görmemiş, hatta bazen bunları öne sürerek “ifade özgürlüğüne” sahip olduklarını herkese kabul ettirmişlerdir.
Ama Aksa Tufanı bu süreçte ciddi bir kırılmanın varlığını ortaya koydu.
“Tolere edilebilen” vicdani tepkiler, kendileri için belirlenen sınırların dışına taştı.
Gözlerini açanlar “ifade özgürlüğü” denilen alanın sınırlı ve sanal olduğunu fark ettiler.
Ardından efsaneler bir bir çöktü.
Vicdan sahibi insanlar, “Holokost mağduru” iddiasıyla parlatılan, kendilerine kapılar açılan Siyonistlerin aslında “işgalci ve soykırımcı” olduğunu, “güvenlik endişesi” taşıdığı söylenen kişilerin vahşi katiller ve teröristler olduğunu görmeye başladılar.
Filistinlilerin ise bu hastalıklı güruh karşısında sadece insani haklarını savunan direnişçiler olduğu…
Siyonizmin “somut kötülük” olduğu gerçeğiyle yüzleşti “insan kalmayı” başaranlar.
Siyonizmin vahşi yüzünü Yahudiler içinden de ciddi biçimde dile getirenler oldu.
Profesör Yoel Elizur tarafından Haaretz'de yayınlanan bir analize göre, Siyonist ordunun askerleri “duygusuz” ve “ideolojik olarak şiddet içeren” bir tutuma sahipler.
Elizur, şöyle bir örnek veriyor: "Komutan aniden koşmaya başladı, çocuğu yakaladı ve kolunu dirseğinden ve bacağından kırdı. Üç kez karnına bastı ve gitti." Sorulduğunda komutan şöyle cevap verdi: "Bu çocukların doğdukları günden itibaren öldürülmeleri gerekiyor.”
Bu son örnek meselenin siyasi olmaktan çok psikolojik bir hal aldığını net olarak ortaya koyuyor.
Bundan sonra yapılması gereken Siyonistlerin tecrit ve imhasından başka bir şey değil.