Ne ataerkil bir toplum ne de anaerkil bir toplum; özelde insan, genelde aile noktasında sağlıklı bir hayat sağlayamaz. Birbirine rekabet halinde ve bir diğerinin sonucu şeklinde ilerleyen topluluklar haline gelir. Olay ne zaman ki sadece 'insan' penceresinden ve cinslerin tabii olan 'farklılıkları' noktasından bakılırsa belki sağlam ve güçlü çözümler o zaman açığa çıkar.
Gündemde olan İstanbul Sözleşmesi de kadını her ne kadar koruduğu varsayılsa da, kurulduğundan bu yana aile içi şiddet ve ailelerin parçalanması açısından rakamlar bunun aksini söylemekle kalmıyor, arttığını dahi gösteriyor. Batı'dan ithal edilen kanunların, daha kendi yaralarına merhem olmazken bize çare olacağını düşünmek en başta yapılan hatalardandır. Zira Batı'nın kanunlarına masum ve iyilik cihetinden bakamayız. Nitekim söz konusu sözleşmenin yüzeysel maddeleri salt sadece 'şiddete karşı' gibi duruyorsa da, arka planında gördüğümüz amaçları yapboz halinde birleştirince resmin tamamını zihnimizde tahayyül edebiliyoruz.
"Şiddete karşı" deyimleri, şiddetten öte cinsleri birbiriyle savaştırmak ve aile denen kavramın bütünleşmekten ziyade bölüştürmek olduğu aşikardır.
"Kadın ve erkeğin eşitliğinden" dem vurmak, en başta Allah'ın farklı yarattığı fıtrata yapılan zulümdür. Bazı noktalarda eşittir ancak hayatın her noktasında böyle görmek yaşamı zorlaştırmaktan ibaret kalacaktır. Ancak birbirlerine 'eş' olup uyumlu olabilecekken, 'eşit' tutmak kadının gücü olmayan şeyleri dahi yapması, erkeğin becerisi olmayan hususlarda beklenti içine girilmesi kadar saçma olacaktır.
"Cinsiyetsiz" gibi bir algı oluşturmak ise tehlikenin en büyük kısmını oluşturuyor. Özellikle bu sözleşmeyle birlikte sapkınlıklar daha çok yaygınlaştı ve kendilerini birçok alanda renkleriyle de belli etmeye çalıştılar. Değil sadece Müslüman bir topluluk için, dünya için bile çok abes yerde duran bu güruhun geçmiş kavimlerdeki helakını biliyoruz. Ahlaksızlığın geldiği en son noktalardan olan bu durumu ne savunmak ne de böyle bir şeyin olmadığını iddia etmek doğru olmayacaktır. Çünkü bu sözleşmenin bunları doğrulamadığı inkar edilse de, görünen kısım ahlaki yozlaşmanın garanti altına alınmasından başka bir şey değildir. Zaten bunların ithal edildiği Batı'nın amacı da her zaman ya toprak işgali bu olmazsa ahlaki çöküntü suretinde bir işgali istemek olmuştur.
Ve daha derinlemesine irdeleyeceğimiz birçok husus, İslam'la dolayısıyla insan doğasıyla zıt olan hedefleri olduğunu gösterecektir.
Fakat bir kesim de var ki sözleşmeye çok itibar etmemekle birlikte fesh edilmesini de eleştiren. Arka plandaki bunca ahlaksızlık nasıl göz ardı edilebilir? Şiddete karşıyız elbette ve bir bayan olarak şiddet haberlerini gördükçe çözümleri yaşama geçirilmeyen hayatın açlığını daha çok yaşıyorum. Ancak sözleşme fesh edildi o halde alternatifiniz nedir demek kadar, çözümsüz bir inanca sahip olduğumuzu düşünmenin mantıki bir izahı yoktur. Hayata geçer geçmez o ayrı mesele ancak eşlerine bir tokat dahi atmamış olan 'Resulullah' en büyük cevaptır.
Reçete ve tedavisi güçlü bir unsur olarak karşımızda duruyor. Kur'an ve İslam merkezli çözümler; hem insan olarak, hem aile olarak ve toplum ahlakı olarak da tartışılmaz zirve bir medeniyet inşa ediyor.
Bir sorunun öncelikle nedenlerine değinmek önemlidir. En basitinden erkek ve kadını eşit görmek, kendilerini fıtraten rahat hissedemediklerinden kolaylıktan ziyade zor bir hayatı tercih etmektir. Bunun huzursuzluğu en başta aileye yansıyarak mutsuz bir toplumun varlığına doğru gidecektir.
Hakeza Resulullah(AS)'ın tabiriyle 'kötülüklerin anası' olan alkol, toplum içinden çıkmadıkça bunun zararı sadece kişiyi değil toplumu etkileyen ve cinayetlere sebebiyet veren hale sokacaktır, nitekim oluyor da.
Ne yazık ki, güya kadın haklarını savunan bir reklamda gösterilen 'alkol' , neden ile sonucu aynı karede yansıtmak cahilliği kadar gülünç durmaktadır.
Bunlar ve daha fazlası elbette sadece kanun/yasa ile değil aynı zamanda insanların maneviyatlarını güçlendirmekle izale edilebilir. Öylesi bir manevi güç depolanmalı ki, insan ahlaksızlık ve kötülüklere karşı kendi isteğiyle karşı durabilsin.
Bu noktada 'alternatifimiz nedir' demek yerine sorumluluğumuzu bilip, yüklendiğimiz misyonu ve inancımızın gereklerini yerine getirmeli ve 'hakkı tavsiye' eden bir hale bürünmeliyiz.
Aile yapısının önemi, toplum ahlakı ve huzuru noktasında insanların yürekleri maneviyatla inşa edilse eylemlerinde de güzellikler kendini gösterecektir.
Hiç bir kadının ölmesini asla istemeyiz. Bir kadın olarak ama kadından da ziyade insan olarak en başta şiddete biz karşıyız. Bu noktada da öncelikle kadın-erkek olarak evvela ıslah yoluna gitmek, sonrasında cinayet müsebbibi olan kişileri de asli cezalarına müstahak kılmak gerekir.
Aile birliği ve toplum ahlakı için devletin de büyük çalışmaları, amaçları ve bunu yapan STK'ları her anlamda desteklemeleri de elzemdir.
Bizi bu yangından kurtaracak olan biziz. Batının kokuşmuş kanunları değil. Denildiği gibi ancak İslam insanı yaşatacaktır! Diri diri gömülen kız çocuklarını yaşattığı gibi ... Bizi bu keşmekeşten ferahlığa kavuşturacak inancımızdır. Allah bizimle olsun!