Bu sözler evvela hükümetedir ve saniyen TBMM’deki vekilleredir.
Gerçi inanmadığımız ve güvenmediğimiz çok konu var, ama bunlardan sadece Gazze ve Kürt Meselelerini işleyeceğiz.
Burada tekil zamir yerine çoğul zamirini kullanmamın nedeni, toplumun ezici çoğunluğunun da bu iki konuda aynı düşünüyor olmasıdır.
Önce Gazze…
Diyebiliriz ki, dünyadaki liderler içerisinde israil için en doğru tanımı yapan ve gerçekleri haykırabilen şahsiyet, Başkan Sayın Erdoğan’dır. Fakat dünya liderleri içerisinde israil için söyledikleri ile yaptıkları arasında en büyük tezat olan da yine Erdoğan’dır.
Şimdiye kadar defalarca “terörist devlet” ve “soykırımcı” dediği ve buna binaen Mayıs ayı itibariyle israile olan ihracatı sonlandırdıklarını söylediği halde hala ihracatı kesintisiz olarak sürdürüyor olması da bunun delilidir.
Haliyle insan sormadan edemiyor: Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı da israilin vahşetlerini soykırım olarak tanımlamışken bile ihracat yapmak, suç ortaklığı değil de nedir?
İşte bunun içindir ki, istedikleri kadar Gazze için en güzel sözleri söylesinler ve istedikleri kadar gözyaşı döksünler, adil olmadıkları sürece inanmıyor, güvenmiyor ve kendileriyle suç ortağı olmadığımızı ilan ediyoruz…
Şimdi de Kürtler...
Buradaki sözler ise hem hükümete ve hem de TBMM’deki bütün partileredir.
Önce sorunun kaynağına ve kimler tarafından günümüze kadar yaşatıldığına bakalım…
Sorun, %99’u Müslüman olan toplumdan İslam dışı bir toplum meydana getirmek isteyen ve bu amaçla toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirip, Müslümanlara “mürteci” ve Kürtlere de “bölücü” diyerek kendilerine malum zulümleri yapan Mustafa Kemal ile başlamıştır. Kürtlerin varlığının inkârı, Kürtçe yasağı ve Kürtlere yönelik katliamlar, sürgünler ve en yoğun asimilasyon CHP’nin iktidarında oldu.
Mustafa Kemal’in halefleri de aynı şiddette olmamakla birlikte bu inkâr politikalarını sürdürdüler. Ta ki, Sayın Erdoğan Başbakanlığı döneminde “devletin inkâr politikalarına son verdiklerini” ilan edinceye kadar…
Hakkını teslim etmek gerekir Erdoğan’ın… Örneğin, Kürtçe üzerindeki yasağı kaldırıp okullara seçmeli ders olarak koyması ve Kürtçe dilinde radyo ve televizyon, Erdoğan’ın ölümüne attığı önemli adımlardır.
Aslında denebilir ki, Kürtlerin varlığının kabulü ve gasp edilen haklardan bir kısmının iadesiyle birlikte sorunun çoğu çözülmüştür. Geriye kaldı dil üzerindeki kısıtlamaların kaldırılarak, Kürtlerin de anadil konusunda örneğin, Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkler veya Kerkük’teki Türkmenler kadar hakka sahip olmalarının sağlanması…
Hâlbuki ister soruna insanca bakalım veya ister uluslararası hukuku esas alalım yahut ister iman ettiğimizi söylediğimiz Kur’an’ın hakemliğine başvuralım, hepsinin bu konudaki cevabı aynıdır: Gasp edilmiş hakların bilakaydüşart iade edilmesi…
Ancak hakikat şu ki, TBMM’ni kardeşlik nutuklarıyla inlettikleri bugünlerde bile, Kürtçe’yi “bilinmeyen bir dil” olarak kayıtlara geçirecek kadar bir insanlık suçunu işlemekten geri kalmıyorlar.
Bir dili yasaklamanın veya kısıtlamanın uluslararası dildeki ve hukuktaki adı ırkçılık ve dolayısıyla bir insanlık suçu iken, İslam’daki adı da hem ırkçılıktır ve hem de Allah’ın ayetlerine karşı savaş açmaktır.
İşte inanmamamıza ve güvenmememize sebep bunlardır.
Ama başlıkta da belirttiğim gibi, gerçekten de inanmak ve güvenmek istiyoruz. Hatta Meclistekiler bu sorunun çözümü için ellerini taşın altına koysunlar, bizler başımızla varız. Muhatabınız da şu veya bu parti ya da örgüt değil, Türk’ü ve Kürt’ü ile bütün millettir.
Bilelim ki, kardeşliğimizin de ve Türkiye’mizin birliğinin, dirliğinin ve bütünlüğünün teminatı da ancak adil olduğumuz oranda mümkündür. Yekdiğerimize inancın ve güvenin yolu da budur.