Yüzyıl önce Cumhuriyetin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve yüzyıl sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan…
Mustafa Kemal, ülkeyi kendi partisiyle ve tek başına yönetti. Aralıklarla Cumhurbaşkanı seçilmesi ve ölünceye kadar bu makamı işgal etmesi, kendisinin millete seçtirdiği vekillerin oylamalarıyla oldu.
Buna karşılık Erdoğan, Cumhuriyet tarihinin en büyük halk desteğini alan ve nihayetinde millet tarafından seçilen Cumhurbaşkanıdır.
Mustafa Kemal, bütün devrimlerini halka rağmen yaptı. Halka rağmen başarılı olmasının en büyük nedeni de toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirmiş ve üstüne üstlük onları etnik aidiyetleri üzerinden birbiriyle kontrollü bir şekilde çatıştırabilmiş olmasıdır.
Malum, Cumhuriyetin Amentüsü olarak da anılan Atatürk’ün altı ilkesi vardır. Toplumun dinsel ve kültürel yönden dönüşümünü de Laiklik ve Milliyetçilik ilkeleri üzerinden gerçekleştirdi. En azından kamusal alanda ve resmiyette Türklere yeni din olarak Kemalizm’i kabul ettirmedeki başarısını da aşıladığı Milliyetçiliğe ve Kürtlerin ülkeyi böleceklerine dair saldığı korkuya borçludur.
Mustafa Kemal, milletin iradesine karşı ilk darbesini, ilk Meclisi lağvetmek ve milletin iradesinin eseri olan 1921 Anayasası’nı yenisiyle değiştirmek oldu. Toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirmesi ve oluşturmayı amaçladığı yeni topluma engel olarak gördüğü Müslümanların kimisini “mürteci” ve kimisini de “bölücü” diye kanlı bir şekilde tasfiye etmesi, Cumhuriyetin ilk yıllarındadır.
Ortak paydası olan kadim Türk – Kürt kardeşliğinde hala yaşamakta olduğumuz fetret de yine Mustafa Kemal’in o zamanki darbelerinin ve hayata geçirdiği inkâr politikalarının bir sonucu ve devamıdır.
Mustafa Kemal’in halefleri de aynı yoldan devam ettiler ve her tıkandıklarında, tıpkı Atatürk gibi darbe yaptılar.
Ancak onca baskılarına ve önlemlerine rağmen toplumu sindirmeyi başaramadılar.
Derken, bu çabalar Erdoğan ile birlikte zirve yaptı. Öyle ki, millet, inancını, haysiyetini ve izzetini bu azgınlara karşı korumak uğruna, darbeleri bile yendiler.
Mevcut ve yapılacak anayasa üzerinde yapılan tartışmalara dikkat ederseniz, HÜDA-PAR’ın dışındaki partilerin birbiriyle yarışırcasına yaptıkları şey, darbe anayasasının ilk dört maddesini kutsayıp, adeta imanlarını tazelemektir. Nasıl bir anayasa istedikleri konusunda da HÜDA-PAR’ın dışındakiler şeffaf değiller.
Gelelim yeni anayasa konusunda ipi göğüsleme yükümlülüğü olan AK Parti’ye…
Başta da dediğimiz gibi, millet, cumhuriyet tarihinin en büyük desteğini Erdoğan’a yaptı. Bu desteğine karşılık kendisinden istediği şey, verdiği sözleri gücü oranında yerine getirmesi idi. Ki bunlardan biri de, adil bir anayasa yapması ve böylece yüzyıldır kendisine tahakküm eden azgın azınlık ile eşit haklara sahip olması…
Fakat millet, korku ve ümit içinde Erdoğan’dan, adını “Türkiye Yüzyılı” koyduğu önümüzdeki yüzyılda bütün vatandaşları eşit gören adil bir anayasa yapmasını bekliyorken, gerek Erdoğan’dan ve gerekse sağlı sollu kurmaylarından yapılan açıklamalar, adalet değil, daha çok ırkçılık, vesayet ve darbe anayasasına bir teslimiyet kokuyor. Bu da hayra değil, şerrin bir yüzyıl daha devam edeceğine bir işarettir.
Düşünün, bir tarafta halka rağmen milletin dinini dahi değiştirecek kadar köklü devrimler yapabilen Atatürk ve diğer tarafta, arkasında darbeleri bile püskürten bir halkın desteğine rağmen vesayete teslim olan Erdoğan…
İyisi mi, sözümüzü Erdoğan’a dostça bir soru ile noktalayalım: Ölümüne yanınızda olan bu millete cevabınız adil bir anayasa mı olacak, yoksa mevcut darbe anayasasının kutsanan ilk dört maddesine dokunmadığınız – dokunamadığınız için, azgın azınlığın tahakkümünü bir yüzyıl daha uzatacak olan makyajlı bir anayasa mı?