Bazı fiiller vardır ki, dini ve milliyeti ne olursa olsun, herkes tarafından kötü olarak tanımlanırlar. Yalan, ikiyüzlülük, iftira ve riba (faiz), bu kötü fiillerin en yaygın olanlarıdır. Bu fiiller başkasının hakkına tecavüzü içerdikleri için, ilahi veya ister beşeri, bütün dinler de bunların kötü olduklarında hemfikirdirler.
Zaten bu fiilleri bizzat işleyenler de bunun bilincindedirler. Çünkü başkalarına karşı işledikleri bu fiillerin kendilerine karşı işlenmesini istemezler.
Bir toplumun ne kadar temiz ve ne kadar kirli olduğunun ölçüsü de bu kötü fiilleri ne kadar işlediği ile doğru orantılıdır. Hakeza insanlar arasındaki güvenin ve güvensizliğin miktarı da bu fiilleri işleyip işlemedikleri kadardır.
Bildiğimiz gibi, kanunlar, ister ilahi olsunlar veya ister beşeri, edilgendirler. Onları özlerine göre yaşamak da, özlerinden koparmak da insanların elindedir. Bütün yasalarda yalan, ikiyüzlülük ve iftira yasak olmasına rağmen, kimi insanlar tarafından bazen bireysel ve bazen de kitlesel olarak işleniyor olmaları da bunun göstergesidir. Ve diyebiliriz ki, bu tarz hayat insanlık tarihi kadar eskidir.
Dolayısıyla toplumlar için bozulma, yıkım ve yok olma da, kötü fiilleri işleyenlerin iyi fiilleri işleyenlere ve kötü fiilleri işlemeseler bile iyi fiilleri de işlemekten uzak duranlara karşı galebe çalmalarıyla gerçekleşen bir süreçtir.
Bilmemiz, daha doğrusu, gereğini yapsak da, yapmasak da bildiğimiz diğer bir gerçek de, iyi fiil işlemenin de, kötü fiil işlemenin de biz insanların ihtiyarında olduğudur. Her iki fiil de birden fazla kişi arasında gerçekleştiğine göre, hangisini çoğaltırsak, onun karşılığını görür ve yaşarız. Bu da bize gösteriyor ki, hayatta edilgenliğe, pasifliğe yer yoktur. Bir kişi, yalan söylememekle, iftira atmamakla ve ikiyüzlü olmamakla iyi bir fiil işlemiş olmaz. Bu kötü fiillere karşı olmakla ve bu kötü fiilleri işleyenlere karşı üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmekle ancak iyi olur.
Bugün eğer bazı gayrimüslim toplumlar ve ülkeler kendi içlerinde Müslüman toplumlardan ve Müslüman ülkelerden daha güvenli, daha barışçı ve daha müreffeh bir hayat yaşıyorlarsa, yukarıda saydığımız kötülükleri daha az işlediklerindendir.
Uzağa gitmemize gerek yok… Türkiye’de, kamu olsun veya özel, içinde adaletin, ehliyet ve liyakatin yalana, ikiyüzlülüğe, iftiraya, ehliyetsizliğe ve liyakatsizliğe galebe çaldığı kurumlarımızın sayısı istisnalardan öteye geçebilir mi?
Bu da gösteriyor ki, toplum bu kötü fiilleri artık bir hayat tarzı olarak almıştır. Bu sözümden toplumdaki bütün bireylerin bu kötü hayat tarzından hoşlandıkları gibi bir sonuç çıkarılmasın. Elbette ki, bu kötülükleri işlemeyenler de vardır. Ancak onlar da kendi içlerinde birlik değiller. Kimisi kötülüklere karşı olan yükümlülüklerini aktif olarak yerine getirirken, kimisi de tepki vermeyen halleriyle kötülüğü zımnen desteklemiş olurlar.
Sonuç olarak diyebilirim ki, bugün gerek bireyler olarak ve gerekse toplum olarak sorunumuz, doğrunun ve yanlışın ne olduğunu bilmemek değil, bildiğimiz halde isyan etmektir. Bunun da en bariz örneği, gözlerimizin önünde cereyan eden soykırımın neresinde olduğumuzdur.