“Başkan mutlaka bir Türk olmalı!”
Almancası Islamische Glaubensgemeinschaft in Österreich (IGGiÖ) olan bu kurumun başkanını Avusturya’daki Müslümanlar seçerler.
Şimdiki haliyle anılan başkanlığın bazı birimleri şunlardır: Başkanlık, Üst Kurul, Danışma Kurulu, Müftü, İmamlar Kurulu, Danışma Kurulu, Tahkim-Hakem Heyeti vd.
Kurumun ilk başkanı -ki aynı zamanda kurucusu idi- aslen bir Afgan olan merhum Dr. Ahmed Abdelrahimsai idi. Bir insan olarak elbette ki hataları vardı, ama Kur’an’da Hz. İbrahim’i tanımlarken, “o tek başına bir ümmet idi” ayeti merhum için de söylenebilir.
Onun vefatından sonraki başkan aslen Suriye’li olan Anas Şakfeh’dir. Türk örgütleri kendi aralarında anlaşamadıkları için daha çok Milli Görüş’ün desteğiyle seçilir. .
Türkiye kökenli cemaat, dernek ve gruplar bu kurumun başındaki kişinin mutlak surette bir Türk olması konusunda fanatik bir şekilde müttefikler. Ama kimin Türk’ü olması gerektiği konusunda bugüne kadar uzlaşabilmiş değillerdir. Örneğin, Milli Görüş’ün Türk’ünü Ülkücüler, Süleymancılar, Diyanetçiler Menzilciler vs. tasvip etmezken, onlardan birinin Türk’ünü de diğerleri kabul etmez. Her ne kadar son üç başkan Türk olsa da, bu, bütün grupların uzlaşmasının sonucundan çok sorunlu etkenler daha büyük rol oynamıştır.
Yeri gelmişken bununla ilgili bir hatıramı da anlatayım. Ak Parti’li Hüseyin Çelik, MEB olduğu esnada, bir Viyana ziyareti yapmış ve Elçilik binasında bir de toplantı yapmıştı. Konuşmasının bir yerinde, “Avusturya’da bu kadar sayıda Türk yaşadığı halde Diyanet kurumunun başında bir Türk’ün olmaması çok yazıktır” mealinde sözler de sarf etti. Soru-cevap faslına geçildiğinde ben de şunu sordum:
“Konuşmanızda, neden bir Türk’ün diyanetin başında olmadığından yakındınız. Örneğin, seçim dönemlerinde de bazı Türkler kapı kapı dolaşıp bizlerden oy istiyorlar. Oy isterken de, yapacakları işler için değil, Türk, Alevi, Kürt, Milli Görüşçü vb. özelliklerini öne çıkarıyorlar. Neden sadece bu özelliklerinden dolayı seçelim ki? Veya neden Diyanetin başında illa da bir Türk olmalı?” Buna makul bir cevap veremedi.
Türkiye de son yıllarda Avrupa’daki vatandaşlarıyla görece olarak daha fazla ilgileniyor, ama bu ilgilenmesi hala insani bir düzeyde değil. Daha çok grupçu, kayırıcı ve ötekileştiricidir.
Avusturya İslam Diyaneti, aslında işlevsel olarak sadece Avrupa’daki Müslümanlar için değil, bütün Avrupa ülkeleri için de çok önemli ve çok stratejiktir. Eğer bu kurum hakkıyla ve layıkıyla değerlendirilebilmiş olsaydı, gerek Müslümanlar arasında ve gerekse Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında bir köprü olabilir ve toplumsal barışa büyük katkı sunabilirdi.
Ama üzülerek belirtelim ki, başta Türkçülük olmak üzere Arapçılık ve hatta grupçuluk gibi hastalıklar bu kurumun değerini oldukça aşağıya çekti.
Nitekim Müslümanlar bu cehaleti nedeniyle Avusturya ilk İslam Kanununu revize etti ve 2015 yılında çıkardığı yeni İslam Kanunu ile Müslümanların birçok hakkını ellerinden aldı.
Örneğin, Avusturya okullarında sayıları 80 bini bulan Müslüman çocuk İslam dersi almaktadır. Bu derslerin düzenlemesi de Avusturya İslam Diyaneti’nin uhdesindedir. Aralarındaki ırkçı, grupçu ve cemaatçi sürtüşmeler nedeniyle bu büyük nimete layık bir altyapıyı (ders kitapları vs.) dahi oluşturabilmiş değillerdir.
Birilerine bu ifadeler sert gelebilir, ama bu bizim inkâr edemeyeceğimiz veya görmezden gelemeyeceğimiz gerçekliğimizdir. Avrupa’da yaşayan Müslümanların çoğu kendi ülkelerindeki ırkçılık, grupçuluk, mezhepçilik ve cemaatçilik gibi hastalıkları da hala yaşatmaktadırlar. Avrupa’da kendilerine yönelik ayırımcı ve ırkçı politikalardan da bir nebze de olsa ders alamayışları da oldukça düşündürücüdür. Başta Türkler olmak üzere, Avrupa’daki Müslümanlar kendilerini bu hastalıklardan kurtarıp ellerindeki imkânları değerlendirebilseler, her türlü engele ve olumsuzluğa rağmen Avrupa’da insanlığa hizmet eden büyük bir güç olabilirler.
O günleri görmek arzusu ve çabalarıyla…