İslam şeriatına göre, Yüce Allah kainatı insanoğlunun istifadesine sunmuştur. Yerüstünde ve yeraltında, denizler ve içindekilerle ve gök kubbenin altında olan her nesneyi insanla alakalı bir biçimde yaratmıştır. Hava, su ve güneş gibi bizzatihi doğrudan doğruya faydalanılan veya araştırıp bulduğunda işleterek faydalanılacak biçimde olsun fark etmez, bunların toplamını insanın faydasına yaratmıştır.
Yüce Allah yarattıkları içinde, sonradan kendini geliştirebilen varlıklar cinler ve insanlardır. Diğer canlı ve cansız varlıklar, tüm edevatlarını yaratılışla alırlar. Ve bu yapılarında herhangi bir değişiklik yapmazlar. Ama insanlar ve cinler öyle değiller. Onların sağlam ve geniş kapasiteli akli melekeleri vardır. İnsan ve cinlerin sahip oldukları bu akli melekelere rağmen bilgi torbaları bomboş doğarlar. Daha sonra ya esfele düşer veya eşrefe irtifa ederler.
İnsan, kendisini ve kainatı anlama ve anlamlandırmaya çalışmada özgür irade sahibidir. Kainatın sırlarına vukufiyeti ve onun üzerinde ulaşabildiği kadarıyla bir tasarruf yeteneği ve yetkisi de kendisine verilmiştir. Fakat bu yetkiye Yüce Allah, kulluğun her noktasında olduğu gibi mali konularda da belli bazı sınırlamalar koyar.
İslam hukukunun hiç boşluk bırakmadığı alanlardan biri de mali işlerdir. Bu mali ilke ve prensipler, Müslüman’ın hayatında bir ibadet sayılır. İslam hukuk sisteminin bu mali ilkelerine dünyevi işler olarak bakılamaz. Çünkü bu ilahi din haddi zatında dünyada yaşanması için insanlara gönderilmiş en mükemmel hayat sistemidir. Bunun dünyevi veya uhrevisi diyerek dini ahirete dünyayı sekülere ayırmak dinen caiz değildir.
Bu manada günümüzde beşeri iktisadi sistemler iflas etmiştir. Şu ana kadar cahili sistemler varlıklarını sürdürmüşlerse, bu o sistemlerin doğruluğundan değildir. O sistemler, fakir ve mazlum toplulukları sömürerek mazlumların üç mübarek damla sıvı üzerinden güçlerini günümüze kadar getirmiştir. O üç sıvı damlası mazlumların masum kanı, değerli teri ve mübarek göz yaşlarıdır. Batı ve doğunun ekonomik sisteminin tamamı bu üç nokta üzere mebnidir. Ve bu zalim mali sistemleri çökmüş durumda.
Bu çöküşü, içinde şefkat ve merhameti, paylaşmayı ve mali dayanışmayı tıpkı namaz, oruç gibi ibadet olarak emreden bu dinden başkası önleyemez. Beşeri sistemlerin iktisadi programlarıyla İlahi sistemin iktisadi programı çok farklıdır. Yüce Allah ile insan arasındaki fark ne ise İslam iktisadı ile cahili sistemlerin iktisadi programları arasında da o kadar fark vardır. Çünkü birisi Yüce Allah’ın azametiyle emrettiği prensipler, diğerleri ise yatak, mutfak ve makber arasında mahkum olan aciz varlıkların ortaya koyduğu kurallardır. Bu yönüyle asrın ekonomik buhranını tamamen yok edecek olan tek kurtarıcı sistem İslam’ın ekonomik sistemidir.
Bugün her ne kadar halen bir azınlık grup, dünya ekonomik varlığının büyük bir kısmını elinde tutmaya devam etse de genel anlamda ekonominin gittikçe her gün daha kötüye gittiğini sağır sultan bile duymuştur. Bu azınlık zalim zümre geri kalan dünya insanını ezmekten vazgeçmemiş olsa da eskisi gibi gücünü koruyamamaktadır. Bundan kurtulmanın tek yolu ve çaresi, içinde zekâtı emreden, sadaka ve infakı toplumsal bir ahlak haline yükselten ve komşusunun açlığına rağmen tok yatmayı yasaklayan, dayanışma ve yardımlaşma ruhunu ibadetten sayan aziz İslam’dır. Bu ruhun yaygınlaşması için Müslüman topluluklar, nasıl ki ibadetlerini Yüce Allah’ın çizdiği emirlere göre yerine getiriyorlarsa, iktisadi ve tüm mali işlerini de Yüce Allah’ın belirlediği sınırlara dikkat edecek bir tasavvuru zihin dünyalarına yerleştirmekle mümkündür.
İbadetlerin kulluğun ispatı, muamelatlar ise kulluğun testi olduğunu unutmayalım.