Kâbe-i Şerifin Mekke`de bulunması nedeniyle, Allah (c.c.) bu beldeyi emin kılmıştır. Bu beldenin emin olması, Hint, Habeşistan, Yemen ve Şam ticaret yolu üzerinde olması ve aynı zamanda Mekke`nin tarıma elverişli bir belde olmaması nedeniyle, Mekke ahalisinin ticaret ile uğraşmasına neden olmuştur.
Peygamberimizin dedelerinden olan Haşim bin Abdülmenaf bir tüccardı. Haşim Suriye`ye giden ticaret yolu boyunca karşılaştığı Bizans liderlerini Tüccarül Arap olan Kureyş ile iş yapmaya ikna etti. Sonra Gazze ve Busra pazarlarını ziyaret edip Suriye`den emniyetli geçişi temin etti. Onun başlattığı âdeti kardeşleri devam ettirdi. Nevfel Irak`a giden yolu, Abdüşşems Habeşistan`a giden yolu açtı. Oğlu Abdulmuttalip (Şeybe) Yemen ile ticareti geliştirdi.
Mekke tacirleri aynı zamanda gemi kiralayıp alışverişlerini Kızıl Deniz ve ötesine götürmekle meşhurdur.
Haşim`in yenilikçi yaklaşımı, Mekke`nin tüccar sermayesine büyük bir hareketlilik kazandırdı. Mekkelilere uluslar arası ticaret yapma olanağı sağladı.
Mekke ticaretinin uluslar arası bir boyut kazanmasının İslam davetinin gelişmesine büyük katkıları olmuştur. Ticaret için Mekke`ye gelen her tüccara İslam davası ulaştırılmıştır. Bunlardan çoğu İslam`ı ilk etapta kabul etmese de, İslam`ın varlığından haberdar olmuştur. Daha sonraki tarihlerde bu beldelerin İslam`ı kabul etmesinde ticaret seferlerinin büyük payı vardır.
Müslümanların Habeşistan`a hicret etmeleri ve burada uzun süre kalabilmelerin de ticari seferlerin etkisi vardır.
Medine`den Neccaroğullarının Peygamberimize dayı olmaları, Haşim Bin Abdülmenaf`ın Neccaroğullarından Selma adındaki bir bayanla ticari bir sefer esnasında evlenmesi neticesinde olmuştur. Medinelilerin İslam`ı kabul etmesinde bu akrabalık bağının etkisi vardır. Peygamberimiz(s.a.v.)`in Medine`deki ilk nakibi Esad bin Zürare Neccaroğullarındandır.
Günümüzde ticaretin uluslararası boyutlara taşınması ve bunun İslami davetle birleştirilmesi mümkün müdür?
Elbette ki mümkündür. Bunun için büyük düşünmek, hem dünya ve hem de Ahiret`in saadetini beraber istemek, dünyevi ticareti uhrevi ticaretin bir basamağı kabul etmek, ticaret gelişecekse davetinde gelişmesi gereğini unutmamak kaydı şartı ile ciddi ticari ortaklıklar kurulabilir. Bu ortaklıklar uluslar arası boyutlara taşınabilir. Bu vesileyle dünyadaki birçok halkla tanışılabilir. Ümmet anlayışının buralara ulaşması sağlanabilir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir tüccardı ve uluslar arası ticaret yapıyordu. Bu ticari seferler esnasındaki ticari meziyetlerini öğrenen Hz. Hatice (r.a.) ticari bir ortaklık teklif etti. Ticaretteki sadakat, hayat ortaklığı ve ardından dava ortaklığı gibi en büyük ticareti kendisine kazandırdı. Bu sayede madde manalaştı. Beden ruhlaştı. Maddi ortaklık uhrevi ortaklığa dönüştü.
Gerek yerel manada, gerekse ulusal manada kurulan ortaklıklar esnasındaki ticari güven, sadakat ve İslami şahsiyetin icrası sayesinde, ortaklar ortaklıklarını İslami bir kardeşliğe dönüştürebilir.
Peygamberimiz(s.a.v.), Hz. Ebubekir(r.a), Zeyd bin Erkam(r.a), Talha bin Ubeydullah(r.a), Zubeyr bin Avvam(r.a) vb. ticari dostluklar ebedileştirilebilir. Ticaret için çıkılan yollar Cennet yoluna dönüştürülebilir.
İslam öncesi tüccarlar her ne kadar kazançlarını üstünlük vasfı görüp toplumun daha çok sınıflaşmasına ve daha çok köle edinme yoluna kullandılarsa da, İslam ile müşerref olan tüccarlar sermayelerini Allah`a yaklaşma vesilesi kıldılar. Köle edineceklerine Hz. Bilal gibi bedenen köle olan kardeşlerini hürriyetlerine kavuşturdular. Aziz İslam`ın en uç beldelere ulaşması için sermayelerini ortaya koydular. Kıtlık yıllarında fakir ve yoksulların dayanağı oldular.
Kısaca onlar ataları gibi uluslar arası ticaretteki kazançlarını kibir ve zorbalık vesilesi değil, İslam davetinin bir aracı yaptılar. Ticari yolla ulaşabildikleri herkes ve her yere, Aziz İslam`ın bir bayrağını dikme yarışına girdiler.
Allah bizi, ticari kazançlarını Aziz İslam`ın ayakları altına serenlerden eylesin.