Doğu illerinde yoğun bir uğraşın ardından mercimekler, arpalar, buğdaylar biçildi. Mahsulün kimisi satıldı. Kimisi de satılmayı bekliyor. Biçilmesi ve toplanması gibi bazen satılması da çileli olabiliyor. Mahsulün satılacağı ofislerden internet üzerinden sıra almak gerekiyor. İnternet ile hiçbir ilgisi olmayan köylü için bu bir eziyettir. Satış sırasını alanlar günler sonrasına ancak sıra alabiliyor. Bu da buğdayın tarlada beklemesi, bazen yağmura, bazen hırsıza bazen de başka tür afetlere maruz kalması demektir ki buda çiftçi için eziyet üzerine eziyettir.
Bu sene buğdaya biçilen fiyatlarda da hiçbir artış yapılmadı ve altı yüz küsur civarında bırakıldı. Buda hiç tatmin edici değil.
Ekme, biçme, toplama satma eziyetinin ibadete dönüşmesi, istemeyerek de olsa mala karışan haramların temizlenmesi, malın bereketlenmesi, kişinin günahlarına kefaret olarak kendisini arındırması için hâsılatın zekâtının verilmesi gerekir.
Zekât kelime olarak büyüme ve artma anlamına gelir. Görünürde kişi malının zekâtını verdiği zaman malı azaldığı halde Allah (c.c.)`nın bu ismi kullanmasının büyük hikmetleri vardır. Çünkü zekâtı veren kişinin malı bereketlenir. Azalan kısmın yerine kat kat dolar. Fakirin, yoksulun, yolda kalmışın, Allah (c.c.) yolunda olanın ve zekâtın verileceği diğer sınıfların ihtiyacı görülmüş olur.
Zekât kişinin malında fakir ve yoksula ait bir haktır. Kişinin kendi hakkı değildir. Kişi bunu vermekle mükelleftir. Kişi bunu verdiğinden dolayı verdiği kişiye bir minnet yapamaz.
Son habbesine kadar zekâtın verilmesi gerekir. Bu zekâtın miktarının ayrı tutulması gerekir ki kişinin malında hak kalmasın. Nasıl olsa ben her kapıya gelen fakire bir miktar veriyorum. Bu yüzden zekâtımı ayrı tutmama gerek yok demek yanlıştır. Çünkü bu şekilde zekatın tamamının verilip verilmediği anlaşılamaz.
İmamı Hanefi`ye göre kişinin usul ve furuuna zekât vermesi caiz değildir. Yani kişi anne ve babasına ya da oğlu, kızı ve torunlarına zekât veremez. Yine İmamı Hanefi`ye göre ziraat mahsulleri için bir nisap miktarı yoktur. On kilo buğday bile gelir olsa ondan onda birini vermek gerekir.
Yine İmam Hanefi`ye göre borç ziraat mahsullerine ve İmam Şafii`ye göre borç tüm zekât çeşitlerine tesir etmez. Buradan anlaşılıyor ki kişinin borcu olsa da ziraat mahsullerinin zekâtını vermesi gerekir.
Kişi zekâtı almaya hak edecek birilerini bulmakta zorlanabilir. Ancak bu işi yapan vakıf ve dernekler iyi tespit edilirse, bu yerler vekil tayin edilerek, zekât müstahakı olan kişilere ulaşılabilir.
Ömer bin Abdulaziz gibi zekâtın iyi dağıtılması durumunda toplumda hiçbir fakir ve yoksulun, yolda kalmışın ya da borçlunun kalmayacağı toplumun refah seviyesinin artacağı ve ekonomik buhranların ortadan kalkacağı aşikârdır.
Bu gün zekât müessesi iyi işlemediğinden ya da bu işi yapacak kurum ve kuruluşlar tam oluşmadığından zekât gereği gibi dağıtılamamakta kimisinin zekâtı boynunda kalmakta, kimisi de hak etmeyen yere vermektedir.
Kur`anı Kerimde zekât namaz ile birlikte seksen yerde anılmaktadır. Ayrıca oruçtan önce farz kılınması da Allah (c.c.)`nın bu kuruma verdiği önemi göstermektedir.
Verilen vergiler zekâtın yerini tutmaz. Zekât vergiden ayrı tövbe altmışıncı ayeti kerime ile sınıfları belirlenmiş bir kurumdur. Cami, medrese ve Kur`an Kursu gibi kurumların yapımında kullanılamaz. Ancak ilim yolunda koşan ve muhtaç olan kişilerin iaşesi için kullanılabilir.
Bu gün Kur`an Kurslarında okuyan kız ve erkek öğrencilerin çok büyük yokluklarla okuduğu, kimi zaman bayat ekmek ya da sağlıksız gıda yemek zorunda kaldıkları, şehirden uzak olan kimi Kur`an kurslarına büyük çilelerle ancak gidilebildiği bilinmektedir. Bilinmiyorsa da bilinmesinde fayda vardır.
Duyarlı Müslümanların bu Kur`an kurslarını gözden kaçırmaması ve ihtiyaçlarının temini için bu tür yerler adına zekât toplamaları hayırlı olacaktır.
Allah`a emanet olun.