• DOLAR 32.434
  • EURO 34.678
  • ALTIN 2380.7
  • ...
GEREKÇEYE BAK!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Şükrü Gündüz / Doğruhaber

 

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 19 kişinin yargılandığı ve aralarında gazeteci, yazar ve STK başkanlarının bulunduğu 15 kişiye verdiği 113 yıllık ceza ile ilgili gerekçeli kararını açıkladı.
 
Gerekçeli kararla beraber gözaltı ve mahkeme sürecinde yaşanan hukuk skandallarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Gerekçeli kararda aile, akraba ve iş için yapılan bütün telefon görüşmeleri suç kabul edilmekle beraber, bir derneğin kurucu üyesi olmak, bir dernek başkanı olmak bile ‘terör örgütü üyesi’ olmak gibi kabul edildi. Birbirinden kopuk ele alınan ve polis tarafından gizemli hale getirilen telefon görüşmeleri, polisin zorlama yorumlarıyla gerekçeli kararda yer aldı.
 
TİCARİ FAALİYETLER SUÇ SAYILDI
Bütün hukuk kurallarının hiçe sayılarak ayaklar altına alındığı İstanbul STK davasındaki gerekçeli kararda suç olarak kabul edilenler, acaba mahkeme heyeti kimi memnun etmek için böyle bir gerekçeli karar hazırladı yorumlarına sebep oldu.
 
İşte gerekçeli kararda yer alan skandal suçlamalar:
Mehmet Bahattin Temel’in suçu: Mahkeme heyetinin hazırladığı gerekçeli kararda kolluktaki susma hakkı bile “neden susma hakkını kullandın” diye sorularak suçmuş gibi kabul edildi. M. Bahattin Temel’in ticari faaliyetleri ile ilgili yaptığı telefon görüşmeleri, iş için yurt dışına yaptığı ziyaretleri ve hatta kardeşi M. Şefik Temel ile yapmış olduğu telefon görüşmeleri bile suç delili olarak kabul edildi.
 
GAZETECİLİK YAPMAK SUÇTUR
Fikret Gültekin’in suçu: Susma hakkını kullanmak, Mustazaf-Der’in kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına katılıp konuşma yapmak… Gazetecilik mesleğinden dolayı yaptığı bütün telefon görüşmeleri ‘örgütsel faaliyet’ olarak kabul edilen Fikret Gültekin’in birinci derece yakınları ile yaptığı telefon görüşmeleri bile suç kapsamında sayılmış.
 
ABİNLE KONUŞTUN SUÇLUSUN!
Mehmet Şefik Temel’in suçu: Abisi M. Bahattin Temel ile telefonda görüşmek, akrabaları ile telefonda görüşmek ve onlara yardım etmek... Evinde “Cemalim” ve “39. Koğuş” isimli kitapları bulundurmak… Bu kitapların basılması için devlet tarafında izin verilmesine rağmen aynı devletin polisi, M. Şefik Temel’in evini basarak bu kitapları suç delili saymış.
 
BANDROLLÜ KİTAP BASMAK SUÇTUR
Mehmet Ali Gönül’ün suçu: Akraba ziyareti, Dua Yayıncılık’ın sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olmak, “Hizbullah Ana Davası-Savunmalar “ve “Cemal’im” isimli kitapları yayınlamak, kitap yazarken veya satışını yaparken çeşitli görüşmeler yapmak…
 
ÖRGÜTLENME HAKKI SADECE YAKIP YIKANLARA VAR!
Örgütlenme ve fikir özgürlüğünün konuşulduğu Türkiye’de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, hazırladığı gerekçeli kararda bir derneğe üye olmayı ve bir derneğin başkanı olmayı suç sayıyor. İşte akıl almaz suçlamalardan bazıları:

DERNEK BAŞKANI OLMAK SUÇTUR
Adem Yaçin’in suçu: Hayıreli Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin başkanı olmak,
Mustazaf-Der’in Kutlu Doğum haftası nedeniyle düzenleyeceği etkinliğe başkanı olduğu dernekle destek vermek, Mustazaf-Der’in kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına katılmak…
 
DERNEĞİNİN KAPATILMASINI PROTESTO EDEMEZSİN!
Sait Şahin’in suçu: Amerika’da meydana gelen Kur’an yakma hadisesini protesto amacıyla ABD’nin İstanbul’daki Başkonsolosluğu önünde bir basın açıklaması yapmak ve bunu organize etmek…
 
Dernek olarak Muhammed Hüseyin Fadlallah için taziye mesajı yayınlamayı düşünmek…
 
Filistin meselesi nedeniyle İstanbul’da yapılan uluslararası bir toplantıya katılmak…
 
Azerbaycan’daki başörtüsü yasağı nedeniyle meydana gelen birtakım olaylar sonrası tutuklanan toplum önderlerinin tutuklanmasına tepki olarak bir basın açıklaması düzenlemek…
 
Mustazaf- Der’in kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda tertip edilen basın toplantısını organize etmek…

Abdulbari Çelik’in suçu: Mustazaflar ile Dayanışma Derneği’ne üye olmak ve dernekte ders vermek, Mustazaflarla Dayanışma Derneği’nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına katılmak, evinde şeriata dayalı bir yönetimi savunan beyanları bulundurmak, bir dönem temsilciliğini yaptığı İnzar Dergisi’nin abone listesini tutmak…
 
BABAYA YÜKLEMEYECEK SUÇU OĞULA VERMEK
Seyfulislam İnan’ın suçu: Babası olan Hacı İnan’ı cezaevinden tahliye olduğunda karşılamak, israil tarafından Mavi Marmara’ya gerçekleştirilen baskını protesto etmek amacıyla düzenlenen gösteriye katılmak, evinde Peygamberimize Saygı mitingine ait görüntü ve konuşmaları bulundurmak… Evde yakalanan sözde dokümanları, babası Hacı İnan cezaevinden yeni çıktığı için kendisine ait diye fikir yürütmek ve kendisini suçlu ilan etmek.
 
YAŞASIN ŞERİAT!
Mehmet Eşin’in suçu: Doğruhaber Gazetesi ve İnzar Dergisi’nde çalışmak, çalıştığı dergi ve gazetenin abone listelerini yanında bulundurmak, evinde “Yaşasın Şeriat” cümleleri ile başlayan bir görüntü bulundurmak, evinde kurusıkı bir silah bulundurmak... (Bu silah gerçek silah gibi değerlendirilerek ceza verildi)

Cengiz Kurtaran’ın suçu: Semere-Der adlı derneğin başkanı olmak, Mustazaflarla Dayanışma Derneği’nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına katılmak…

Ramazan Suna’nın suçu: İstanbul Furkan-Der’in kurucu üyesi olmak ve derneğin yaptığı etkinliklere katılmak…

Nizamettin Yaçin’in suçu: Furkan-Der’in Başkanı olmak…

Erol Arslan’ın suçu:
Semere-Der adlı derneğin üyesi olmak, bu derneğin propaganda amaçlı eğitim faaliyetlerinde rol almak, Mustazaflarla Dayanışma Derneği’nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla Beyazıt Meydanı’nda yapılan basın açıklamasına katılmak…
 
Hasan Aydın’ın suçu: Semere-Der adlı derneğin kurucu üyesi olmak ve bu derneğin propaganda amaçlı eğitim faaliyetlerinde rol almak… Evinde ‘Laiklik, İslam için anlamsızdır’ adlı yazıyı içeren bir yazı bulundurmak…

Burhanettin Manas’ın suçu: Kapatılan Mustazaf-Der’in İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyesi ve İstanbul İlim-Der’in Denetleme Kurulu üyesi olmak…
 
YARGI ELİ İLE HUKUK CİNAYETİ
Gerekçeli kararı Doğruhaber’e değerlendiren hukukçular mahkeme heyetinin hazırlamış olduğu bu gerekçeli kararın tam bir hukuk skandalı olduğunu belirterek yargı eli ile bir hukuk cinayeti işlendiğini ifade ettiler. İşte hukukçuların skandal karar ve gerekçeli karar ile ilgili görüşleri:

Avukat Murat Sadak: Bu dosyada verilen mahkûmiyet kararlarının gerekçesini gerçekten hukukla izah etmek mümkün olmadığı gibi mevcut olan yasalar dahi açıkça mahkeme tarafından çiğnenmiştir. Gerekçeli karar, maalesef gerekçeden yoksun bir karar olup kolluğun hazırlamış olduğu fezlekenin kopyası statüsündedir.
 
Gerekçeli karara bakarsak yaşama dair en rutinsel eylemlerin dahi terör faaliyeti olarak kabul edildiği görülmektedir. Mahkemenin bu mantığı ile Türkiye’de yaşayan 74 milyon insan terörist olabilir. Zira mahkeme heyeti o kadar sübjektif değerlendirmeler yapmış ki yapmış olduğu bu değerlendirmeleri sıradan bir vatandaş için de yapabilir.
 
Bu da mahkeme tarafından hukuk güvenirliliğinin açıkça ihlalidir.

Gerekçeli karara baktığımızda,
 
1- Dosya kapsamında terörün esamesi okunmamasına rağmen müvekkiller terörist olarak kabul edilmiştir. Yine dosya içerisinde şiddete dair ne bir iddia ne de bir delil olmamasına rağmen mahkeme terörden mahkûmiyet hükmü vermiştir.
 
2- Müvekkillerin yapmış olduğu basın açıklamaları, derneklere başkanlık etmek veya bu derneklerin üye ya da gönüllüsü olmak, kendi aralarında yapmış oldukları ziyaretler ve cezaevi tahliye karşılamaları terör olarak lanse edilmiştir. Şayet basın açıklamalarıyla ceza verilecekse milyonlarca insana ceza verilmesi gerekir.
 
3- Mahkeme, Anayasanın 33. maddesini açıkça ihlal etmiştir. Müvekkillerin yasal bir çerçevede örgütlemelerini terör unsuru olarak kabul etmiştir. Oysaki örgütlenme hakkı anayasal bir hak olup gerek anayasal düzeyde gerekse yasal düzeyde korunmuştur. Buna rağmen mahkeme, sivil yapılanmaların önüne geçerek müvekkillerin üye ve yönetici olduğu derneklere terör muamelesi yapmıştır.
 
4- Müvekkiller en baştan itibaren CMK 102. Maddesi gereğince tahliye olan bazı kişilerin kaçışını organize etmekle suçlanmasına rağmen mahkemenin gerekçeli kararına yansıyan somut bir gerekçe, delil yoktur. Kaldı ki bundan dolayı hiçbir müvekkile ayrıca ne bir ceza verilmiş ne de bir dava açılmış değildir. Bu da göstermektedir ki müvekkillerin doğrudan ya da dolaylı bir şekilde CMK 102. maddesi gereğince tahliye olanların kaçışıyla bir ilgisi yoktur.
 
5- Mahkemenin cezaevinden tahliye olanları karşılamayı bir terör faaliyeti olarak kabul etmesinin ise gerçekten ne hukukla ne de mevcut olan yasalarla en ufak bir ilişki yoktur. Şayet cezaevinden tahliye olanları karşılamak suç ise çoğu zaman tahliye olan hükümlü ve tutukları onlarca hatta binlerce kişi karşılamaktadır. Örneğin yine örgüt suçlamasıyla tutuklu bulunan Aziz Yıldırım’ın tahliyesinde on binlerce Fenerbahçe taraftarı cezaevi önünde onu karşılamış ve tezahüratta bulunmuştur. Nasıl ki bu eylem suç değilse -ki değildir- müvekkillerin de kendi cezaevi arkadaşı, akrabası hatta babasının tahliyesinde onları cezaevi önünde karşılamasının ve onların sevincini paylaşmasının da suç olmaması lazımken maalesef mahkemece terör faaliyeti olarak kabul edilmiştir.
 
6- Müvekkillerin yapmış olduğu olağan ticari ilişkiler yine terör olarak kabul edilmiştir. Örneğin kardeş olan M. Bahattin Temel ile M. Şefik Temel’in kendi işyerinde bir araya gelmeleri terör örgütü adına yapılmış bir eylem olarak gerekçeli karara yansıtılmıştır.
 
7- Bazı müvekkillere isnat edilen özgeçmişler ve buna bağlı Beykoz’da ele geçirilen bazı dokümanlar, temcit pilavı gibi ısıtılıp yine servis edilmiş ve müvekkillerin terör örgütü üyeliğine delil olarak kabul edilmiştir. Oysaki özgeçmişi var olduğu iddia edilen müvekkillerin hepsi önceden bu özgeçmişlerden dolayı ceza almış ve cezaları da infaz edilmiştir.
 
Bundan dolayı eski özgeçmişler yeni bir delil olmadığından bu dosyanın delili olamazlar. Ancak mahkeme, hukukla hareket etmediğinden ve dosyada başkaca delil olmadığından yine bu eski özgeçmişlere sarılmıştır. Böylelikle mahkeme, “non bis in idem” ilkesi yani aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olamaz ilkesini hiçe saymıştır. Kısacası bu kararla hukuk güvenliği ilkesi ayaklar altına alınmıştır.
 
TÜRKİYE’DE YARGININ VE HUKUKUN BAĞIMSIZLIĞI YOKTUR

Avukat Mehdi Oğuz: 15 kişinin ceza aldığı bu davada, birilerini tatmin etmek için bu karar verildi. Tatmin etme amacı ile yapılan operasyonlar sonucunda, bu tür basit gerekçelerle insanlara cezalar veriliyor. Türkiye’de yargının ve hukukun bağımsız olmadığı bir gerçektir. Cumhuriyet tarihinden yargının bu tür davalarda hiçbir zaman bağımsız olmadığını çok net bir şekilde biliyoruz.
 
Bu mahkemelerin isimleri İstiklal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Özel Yetkili Mahkemeler ve Bölgesel Ağır Ceza Mahkemeleri olarak değişti. Bunların sadece tabelaları değişti.
 
Yargılama aşamalarında maalesef bu mahkemeler sürekli olarak bir yerlerden talimatlar alarak insanlara çok ağır cezalar verdiler. Silahlı tek bir eylemin olmadığı, örgütsel bir faaliyetin olmadığı bir dosyadan insanlara ‘silahlı terör örgütü yöneticiliğinden ve üyeliğinden’ cezalar verildi.
 
Böyle bir ceza verilebilmesi için terör eylemi ve silahlı eylem olması lazım; bu çok net bir unsur. Ama böyle bir şey de bu dosyada söz konusu değil. Yasal dernek faaliyetleri, gazetecilik faaliyetleri var. Bu şekilde keyfi kararların verilmesi, bu kararların hukuki değil siyasi kararlar olduğunu teyit etmektedir.
 
BU KARAR TÜRKİYE’DE HUKUKUN OLMADIĞININ BİR DELİLİDİR

Avukat Abdulgani Orhan: Bu karar, Türkiye’de hukukun olmadığının bir delilidir. Çünkü bu dosyada hukuka uyulmadığı aşikârdır. Yargılananların önemli bir kısmı Hacı İnan tahliye olduğunda onu karşılamakla suçlandılar. Hacı İnan ise bu dosyadan beraat aldı.
 
Beraat alan bir kişiyi karşıladıkları için bunlara cezaların verilmesi gibi daha büyük bir skandal olamaz. Yine aynı şekilde bu dosyada Hacı İnan’ın oğlu Seyfulislam İnan’a, babasını karşıladığı için ceza verilmesi ise ayrı bir hukuk skandalıdır. “Biz sizin kaleminizi kırdık size ceza vereceğiz” mantığıyla dosyaya bakılıp karar verilmiş.
 
Başta Anayasa olmak üzere Ceza Kanunu ve Usul Kanunları maalesef yargı eliyle ayaklar altına alınmıştır. Bu dosya, bunun delilidir. Bu nedenle “Türkiye hukuk devletidir” denildiği zaman hayır Türkiye hukuk devleti değildir yargı bunu ayaklar altına almıştır diyoruz. Delili de bu dosyadır. Gerekçeli kararda, suç unsuru olabilecek ve Türkiye’deki hukuk sistemine göre ceza verilebilecek en ufak bir maddi delil kırıntısı yoktur.
 
Polisin hazırladığı fezleke, savcı tarafından iddianameye çevrilmiştir. İddianame de mahkeme tarafından karar olarak algılanmış ve niyet okumalarla delil olup olmaması önemli değil denilerek 15 kişiye ceza verilmiştir.
 
VALİLİK VE DERNEKLER MASASI DA BU SUÇA ORTAKTIR

Avukat Okan Kadir Bektaşoğlu: Bu mahkemenin vermiş olduğu kararda kime neye göre üyelikten ceza verilmiş, kime neye göre yöneticilikten ceza verilmiş belli değil. Yargılama aşamasında hiçbir delil yok.
 
Herkesin malumu, babasını cezaevinde tahliye olduğu için karşılayan oğluna terör örgütü üyeliği iddiası ile ceza verildi. Dosyadan beraat eden sanıklar ile ceza alan sanıklar arasında hiçbir farklılık yok.
 
Bu dosyada Kutlu Doğum etkinliği düzenlemek, pikniğe gitmek ve halı sahada futbol oynamak bile örgütsel faaliyet kabul edildi. Dosyada usul eksiklikleri var. Bu dosyanın Yargıtay aşamasında, önce usulden daha sonra esastan bozulmasını bekliyoruz. Bununla ilgili ayrıntılı savunmalarımızı Yargıtay’a gönderdik.
 
Bu dosyada suç olarak gösterilen bütün dernek faaliyetleri, Dernekler Masası tarafından denetlenmiş ve yapılan bütün faaliyetler Valiliklere bildirilmiş.
 
Eğer bu yapılan faaliyetler örgütsel faaliyet ise bu örgütsel faaliyete izin veren Valilik ve Dernekler Masası’nın da suçlanması lazım. Eğer bunlar suçlanmıyorsa bu kişilere nasıl örgüt üyeliğinden ceza veriliyor?
 
DEVLET, YARGI ELİYLE İNSANLARA TUZAK KURUYOR

Avukat Rasim Saygın:
Devlet, toplumun bütün kesimlerine yasal alanda faaliyette bulunabilirsiniz, dernek ve vakıf açarak çalışmalar yapabilirsiniz diyor.
 
Ancak yeri geldiğinde bu dosyada olduğu gibi yaptıklarınız hesabımıza gelmediği anda dernek ve vakıf üyeliğinizi aleyhinize bir delil olarak göstereceğiz anlamına geliyor. Böyle bir şey kabul edilemez.
 
Bu durum, hukuk eliyle insanlara tuzak kurmak anlamına gelir. Bu karar, devlet ve yargı eliyle insanlara tuzak kurulabileceğinin de kanıtıdır.
 
BU KARAR KAMU VİCDANINDA DERİN YARALAR AÇMIŞTIR

Avukat Bülent Demir:
Sivil toplum kuruluşlarının terör örgütü olarak adlandırılması ve bu sivil toplum kuruluşlarının yönetici ve üyelerinin beyanatlarının terör kapsamında değerlendirilmesi için ortada teröre sebep olacak eylemler gereklidir.
 
Dosyamızda ise; mukaddesatlarının muhafazası için ifade özgürlüğü haklarını kullanan samimi dindar Müslümanlar ile onların tamamen yasal zeminde kurdukları sivil toplum kuruluşlarının etkinlikleri bahse konudur. Karar bu haliyle tartışmalı olup, kamu vicdanında derin yaralar açmıştır.

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir