Sadece Bir Duraklık Ömür
Birisi, dünyaya gelmeden daha önceki ölçüsüz zamanı ve içinde bulunmayacağı gelecekteki seneleri, yani önceliksiz ile sonsuzluk arasındaki birkaç günlük ömrünü hesaplarsa, dünyada geçici bir misafir olduğunu, ilk yerinin beşik, son yerinin mezar ve bu ikisi arasında birkaç konak bulunduğunu görür.
Kiminin bir fersah, kiminin daha az, kiminin daha çok yolu kalmıştır. Kendisi ise devamlı burada kalacakmış gibi üzüntüsüz ve düşüncesizce oturmuş, on sene içinde bile kendisine lazım olmayacak şeyleri düşünmekle uğraşmaktadır.
Sevgisini dünyaya verip ondan aldıkları zevklerden dolayı ahirette rezillik ve sıkıntı çekenler, çok yağlı yemekler tıkıştırıp üzerine tatlı şerbetler içerek midesini bozan, sonra da midesinde, ağzında ve dışkısındaki rezaleti görerek utanan, pişman olan “lezzetleri geçti, pislikleri kaldı” diyen kimse gibidir. Yemekler ne kadar çok olursa ağırlık da o kadar fazla olacağı gibi, dünya lezzeti de ne kadar çok olursa, sondaki rezillik o kadar fazla olur. Zira çok zengin, bağ, bostan, cariye, köle, altın ve gümüş sahibi olan kişinin; ölürken, bunlardan ayrıldığı için duyacağı üzüntü, malı, mülkü az olanlarınkinden daha çok olur. Bu acı ve üzüntü ölümle yok olmaz. Bilakis daha da artar. Çünkü sevgi kalbin sıfatıdır. Kalp ise ölmez, olduğu gibi kalır. Uğraştığı dünya işleri, insana az gelir, bununla uğraşmanın uzun sürmeyeceğini zanneder. İsa (a.s.) diyor ki: “Dünyayı arayan, deniz suyu içene benzer. Ne kadar çok içilirse o kadar susuzluk artar, çok içilince sonunda öldürür. Yine de susuzluğun harareti eksilmez. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Suya girenin ıslanmaması imkânsız olduğu gibi, dünyada olup da ona bulaşmamak imkânsızdır.”
(İmam-ı Gazâlî (r.âleyh), Kimyayı Saadet, s.49-50).