Kabir Ziyaretinin Önemi
Kabir ziyaretleri, ölümü tefekkür etmek için tâbir-i câizse biçilmiş kaftandır, büyük bir fırsattır. İslam’da kabir ziyaretinin önemi.
“Nâzenin bu ömrümüz, bir göz yumup açmış gibi,
Geldi geçti duymadık, bir kuş konup uçmuş gibi…”
Âşık Paşa’nın da dediği gibi, bir kuş misali bu dünyaya konup göçen bizlerin ömür sermayesi her geçen gün tükeniyor. Dünya, her zamanki gibi aldatıcı yüzüyle bizleri meşgul edip hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşatıyor. Gün gelecek, hayat imtihanı bizim için de sona erecek ve vazifeli melek, emâneti teslim almaya gelecek. Mühim olan, onu nasıl karşılayacağımız ve o misafir ile buluşmaya hazırlıklı olup olmamamız…
Ölüm denilen gerçek, herkes için farklı farklı tecellî edecek!.. Kimisi için hüzün dolu, kimisi için şeb-i arûs… O günde mahâret, ölüm meleğini hasretle beklenen bir dost gibi, sevgili ile vuslatı yaşatacak bir vasıta gibi görüp “Hoş Geldin!” diyerek karşılayabilmek… Üstad Necip Fâzıl Kısakürek ne güzel söylemiş:
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâil’e «Hoş geldin!» diyebilmekte hüner…”
ÖLÜME HAZIR OLMAK
Zor iş, ölüme hazırlıklı olmak; istekleri, emelleri sonsuz olan insanoğlu için… Nitekim ecel ansızın kapıyı çalacak bir gün… Hayatın tam ortasında, hiç hesaba katmadığımız bir anda gelecek belki… Hayata dair hâlâ plânlar yapıyorken, daha yapılacak işler bitmemişken, dünyaya ait heves ve isteklerimiz sınırsız iken, ansızın kapıyı çalacak…
Hazret-i Enes (r.a.) şöyle anlatır bu durumu:
“Resûlullah yere bir çizgi çizdi ve:
«-Bu insanı temsil eder.» buyurdu.
Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek:
«-Bu da ecelini temsil eder.» buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra:
«-Bu da emeldir.» dedi ve ilâve etti:
«-İşte insan, daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir.»” (Buhârî, Rikak, 4; Tirmizî, Zühd, 25; İbni Mâce, Zühd, 27)
Vâdenin ne zaman dolacağını bilmiyoruz, ama bir sonraki nefesimiz, son nefesimiz olabilir. Bu sebeple ölümü çokça tefekkür etmeye, bunun neticesinde de dünyanın şatafatlı hâlinden yüz çevirip, er ya da geç gelecek olan ecelimiz için hazırlıklar yapmaya ihtiyacımız var. Dünyaya gereğinden fazla alâka duyduğumuz, ölümü tefekkür etmeye fazlasıyla ihtiyacımız olan şu günlerde, ara sıra düşünsek de, hayatın debdebesi her zaman olduğu gibi unutturur bize bu acı gerçeği…
ÖLÜMÜ NASIL HATIRLARIZ?
Bir gün hayatımızda yeri olan kimselerden biri daha göçünce ebedî âleme, hatırlarız ölümü, o zaman düşünürüz dünyaya niçin geldiğimizi, âkıbetimizin nasıl olacağını… İyi biliriz aslında aynı hâl ile hâlleneceğimizi… Biliriz, iki metrekarelik çukurun, ebedî yolculuğumuzun ilk istirahatgâhı olacağını… Gel gelelim, davetsiz misafir kapımıza gelene kadar da yakıştıramayız bu hâli kendimize… Öyle garip duygulara bürünürüz ki, sanki en yakınımızdakiler dâhil herkes ölüm duygusunu tadacak, ama biz tatmayacağız… Hâlbuki:
“Küllü nefsin zâikatü’l-mevt…” (el-Enbiyâ, 35) buyurur yüce Mevlâ… “Her nefis ölümü tadacaktır…” Kaçış yok! Es geçme yok… İstisnâ yok… Sen de o hazîn sonu tadacaksın, ben de… Ölüme çare yok…
Ve o son nefesi verdiğimiz anda, başlayacağız başkaları için kullandığımız başka adlarla, başka sıfatlarla anılmaya… Artık adımız, o dakika itibariyle, “cenâze” olacak, “merhûm” olacak, “merhûme” olacak, “ölü” olacak, “rahmetli” olacak... Bir anlıktır bu oluş... Çok uzak değil bize, alıp vermesine bile sahip olamadığımız bir nefes kadar yakın…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ölümü tefekkür etmenin dünya ve âhiret hayatımız için ne kadar faydalı olduğunu şöyle açıklamıştır:
“Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin âfetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayâtınızdan memnun olmanızı sağlar.” (Süyûtî, Câmiu’s- Sağîr, I, 47)
Yine Rasûl-i Kibriyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!..” (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
YAŞADIĞINIZI NASIL FARK EDEBİLİRSİNİZ?
Kişinin âkıbetini, âhiretini, ölümünü ve kabir hayatını tahayyül etmesinin, düşünmesinin insana kazandırdığı en önemli özellik, kişinin dünyadan soğuması ve yüz çevirmesidir. Kişi, ölümü tefekkür ederek müptelâsı olduğu dünya hayatının geçici olduğunu bilir ve ömrünü bu hakikat üzere sürdürür. Ölümü tefekkür etmek, kişiyi kalbî bir kıvama soktuğu gibi, aynı zamanda takvâ sahibi yapar. Ölümü sürekli tefekkür edebilen bir insan, hayata ibret nazarıyla bakar, nasıl yaşaması gerektiğini, dünya ile kalbi arasındaki bağın nasıl olması gerektiğini öğrenir. Bu sebeple Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurmuştur:
“Dirilmek için ölünüz!…” Çünkü yaşadığını fark etmek, hayatın kıymetini bilmek, ölümü anlamak ve hissetmekle mümkündür.
Hâsılı, büyüklerin her zaman dediği:
“Her geceni Kadir, her gördüğünü Hızır bil” düsturu hayatımız için ne kadar mühimse, alınacak her nefesi de son nefesmiş gibi almak, o nefesi öyle değerli görmek, ona göre de yararlı işlerde ömür tüketmek, aynı derecede mühimdir. Bu hususu yaşantımıza tatbik etmenin en mühim yolu da ölümü düşünmekten geçmektedir.
KABİR ZİYARETLERİNİN ÖNEMİ
Kabir ziyaretleri, ölümü tefekkür etmek için tâbir-i câizse biçilmiş kaftandır, büyük bir fırsattır… Bizlerle yiyip içen, oturup kalkan, nice geçmişlerimiz; nice anne, baba, dede, nine, kardeş ve eşlerimiz oradalar… Hepsi bizim gibiydi, sayılı nefesleri sona erdi de toprağa gark oldular, bizler de onlar gibi olacağız… Şu yalancı dünyadan bir gün biz de göçeceğiz… Güzel bir ölüm tefekkürü olan Yûnus Emre Hazretleri’nin şu şiiri ne kadar manidardır:
Yalancı dünyaya konup göçenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kiminin başında biter ağaçlar,
Kiminin başında sararır otlar.
Kimi mâsum, kimi güzel yiğitler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Toprağa gark olmuş nâzik tenleri,
Söylemeden kalmış tatlı dilleri.
Gelin, duâdan unutman bunları,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kimisi dördünde, kimi beşinde,
Kimisinin tâcı yoktur başında.
Kimi altı, kimi yedi yaşında,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Kimisi bezirgân, kimisi hoca,
Ecel şerbetini içmek de güç a,
Kimi ak sakallı, kimi pîr hoca,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Yûnus der ki: Gör takdîrin işleri,
Dökülmüştür kirpikleri, kaşları.
Başları ucunda hece taşları,
Ne söylerler, ne bir haber verirler.
Rabbimiz cümlemizi, ölümü çokça tefekkür edip hayatını buna göre şekillendiren, ömrünü bu hâl üzere değerlendirerek, rızâsına nâil olan kullarından eylesin. Rabbimiz, Azrâil -aleyhisselâm-’ı gönül hoşluğu ile karşılayabilen ve vuslata erenlerden eylesin… Âmin! İslam ve İhsan