Kurtuluşa Erenlerin Özelliği - Kâmil bir müslüman günlüğü...
Kurtuluşa erenlerin özellikleri nelerdir? Hangi güzel hasletlere sahiplerdir? “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekat verirler ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) müstesna. (Bundan dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar(o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler işte asil bunlar varis olacaklardır. (Evet Firdevs’e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar” (Mu’minun süresi, 23/1-11)
Âyet-i kerîmede Rabbimiz bize bir vazife vermektedir:
“…Sizi mûtedil (hayırhah) bir millet kıldık ki;
Sizler insanlığa şâhitler olasınız;
➢(Yani İslâm’ın şâhidi ve temsilcileri olasınız,
➢Nümûne-i imtisâl, örnek insanlar olasınız,
➢Size bakanlar, Allâh’ın arzu ettiği fert ve toplumu temâşâ etmelidir.)
Bir Müslüman'ın yirmi dört saati nasıl olmalıdır? Kâmil bir müslüman günlüğü nasıl olmalı...
Bir Müslümanın günlük hayatı nasıl olmalıdır ayet ve hadisler..
Rasûl de size şâhit olsun…
(Yani sizin Müslümanlığınız, Allah Rasûlü’nün beğenip takdir edeceği bir güzellikte ve kıvamda olmalıdır.)” (el-Bakara, 143)
Kurtuluşa Erenlerin Özelliği
Yani dîni yaşamak ve yaşatmak, kurtuluşa erenlerin vasfı olan «takvâ, zühd ve ihsan» hâlinde olabilmek…
Vazifenin ferdî tarafını; «İslâm’ı yaşamak», içtimâî tarafını ise; «İslâm’ı yaşatmak» şeklinde hulâsa edebiliriz.
Peygamberimiz, Bedir Harbi’nin öncesinde şöyle niyâz etmişti:
“Ey Allâh’ım! Bana olan va‘dini yerine getir! Bana zafer ihsân eyle!
Ey Allâh’ım! Eğer ehl-i İslâm’ın bu topluluğunu helâk edersen, artık yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak!” (Müslim, Cihâd, 58)
Yani İslâm dâvâsı, mü’minlerin omuzlarındaki bir emânettir.
“Şems -kuddise sirruhû- bana bir şey öğretti:
«Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.»
Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”
Bugün çeşitli sebeplerle meydana gelen iktisâdî sıkıntılarda, darlık ve yokluklarda mü’minlerin, «rahmet insanı» vasfına bürünerek kardeşliği ihyâ etmeleri gerekir.
CENNET EHLİNİN VASIFLARI
Allahu Azze ve Celle, cenneti takva sahibi kullarına yaklaştırdığını ve o cennete girmeyi...
Nitekim Fetih Sûresi’nin son âyet-i kerîmesinde, Cenâb-ı Hak; Allah Rasûlü’nün beraberindeki ashâb-ı kirâmı şu vasıfla da medh ü senâ etmiştir:
“…(Rasûlullâh’ın beraberindeki mü’minler) birbirlerine karşı çok merhametlidirler…” (el-Fetih, 29)
Bir mü’minin kalbinden merhamet ve şefkat taşıran bir rahmet insanı olabilmesi için, önce kendini irşâd etmesi zarûrîdir. İslam ve İhsan
Kurtuluşa Eren Müminlerin Özellikleri
Muminun süresinin ilk on ayetinde, iman edenlerin özelliklerini beyan etmek ve imanın mükafatını bildirmek üzere şöyle buyruluyor:
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekat verirler ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) müstesna. (Bundan dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar(o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler işte asil bunlar varis olacaklardır. (Evet Firdevs’e varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar” (Mu’minun süresi, 23/1-11)
Bu mübarek ayetlerde ebedi kurtuluşa nail olacak müminlerin vasıfları sayılmaktadır. Ki onlar; namazı huşu ile kılmak, zekatı vermek, iffetini korumak, emanete riayet etmek ve namazın edasında daim olmaktır. Ayetlerde bu hususiyetleri haiz olan müminlerin varis olacakları müjdesi verilmektedir.
Konumuzu teşkil eden ayetlerin nüzulü hakkında Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
“Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) vahiy indiği zamanlarda etrafında arı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Bir gün yine vahiy inmeye başladı ve bizler de bir süre öylece bekledik Bu hali geçip açılınca kıbleye döndü ve ellerini kaldırarak; Allah’ım Bize çok ver azaltma, bizi şerefli kıl, alçaltma; bize ver bizi mahrum bırakma. Bizi gözet, başkalarını bize tercih etme. Bizi hoşnut et ve bizden de hoşnut ol! diye dua etti. Sonra da “Bana simdi on ayet nazil oldu Kim bu ayetleri okuyup gereğini yerine getirirse cennete girer buyurdu ve Müminun süresinin ilk on ayetini okudu.” (Tirmizi, Tefsir 23/1)
Burada öncelikle ümidimizi tazeleyen bir önemli münasebete dikkat çekmek isteriz. şöyle ki; Müminun süresinin ilk ayetleri ile bundan evvelki Hac süresinin son ayetleri arasında büyük bir münasebet ve irtibat vardır. Hac süresinin sonundaki ayetler, müminlerin kurtuluşa nail olabilmeleri için kendilerine yedi dini vazife tebliğ edilmişti Müminun süresinin ilk ayetlerin de ise yedi vasfı taşıyan, yedi vazifeyi ifa eden ve o husustaki ilahi emre uymuş bulunan müminlerin kurtuluşa nail olacakları bildirilmektedir.
Şöyle ki; Cenab-i Hakkı birleyen müminler, Hz. Muhammed’in peyamberliğini tasdik edenler, kıyametin vuku bulacağını itiraf edenler, zaruriyat-i diniyeden sayılan hükümleri yerine getirenler kurtuluşa ermişlerdir. Onların gelecekleri emniyete alınmıştır, onların kurtuluş ve saadeti adeta şimdi meydana gelmiş gibi kesin olarak kararlaştırılmıştır. İşte bu müminler, yedi güzel sıfata sahip oldukları için şimdiden kurtuluşa nail olmuş gibidirler. Bu yüce vasıfların birincisi, en mühimi hiç şüphesiz iman etmiş olmaktır.
Kurtuluşa eren müminlerin vasıflarındandır ki, onlar mükellef oldukları ibadetlerin en yükseği olan namazlarında huşu üzeredirler, tevazu sahibidirler. Namazlarını Cenab-ı Hakk’a kulluk arzında bulunmak için tam bir tevazu ile edaya çalışırlar. Namaz kılarken etrafa bakmayıp yalnız secde yerine bakarlar. Ellerini elbiselerine, yüzlerine, gözlerine sürüp durmazlar.
Hak Teala’nın manevi huzurunda bulunduklarını düşünerek tam bir edep ve itidal üzere bulunurlar. Kalp huzuru ile ve erkanına riayet ederek namazlarını kalmaya çalışırlar Bu da müminlerin ikinci güzel vasfıdır.
Şunu bil ki;
İmandan sonra namaz en önemli ibadettir. Ve namaz ibadetlerin özü, mümin olmanın başta gelen alametidir. “Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler” buyruğunda bahsedilen huşu ise bir yönden korku, çekingenlik gibi kalbi fiilleri, bir yönden de sallanmayı bırakıp sükunet içinde olmak gibi diş azalara ait fiilleri ifade eder. Buna göre, kalbin huşu korkmaktır. Azamet ve kudret sahibi zatın huzurunda heybet hissine kapılmaktır.
Bedenin huşu, böyle bir şahsin huzurunda baş eğmek, boyun bükmek, bakışları aşağı çevirip sesi alçaltmaktır. Bu bakımdan huşu, kökleri kalpte, görüntüleri bedende olmak üzere her iki manayı da içinde bulundurur. Bunun kalbe ait tarafı Rabbin azamet ve celali karşısında kendi küçüklüğünü göstermektir. Nefsi Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirmektir.
Edep ve tazimden başka bir şeye yönelmeyecek biçimde kalbin tazim duygusunu hissedilmesidir. Dış görünüşe ait yönü ise, bu tazim duygusunun kalpte yerleşmesiyle birlikte vücut organlarında bir sükunet meydana gelmesidir. Gözlerin sadece secde yerine bakıp sağa sola bakmamasidir. Bundan dolayı huşunun aslı namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile alakalıdır. Tezahürleri de namazın adab ve diğer şartlarıyla ilgilidir.
Rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) ve ashabı namazda gözlerini gökyüzüne kaldırırlardı, bu ayetin inmesi üzerine önlerine eğdiler”
Yine kurtuluşa erenler o müminler ki, onlar her lüzumsuz şeyden yüz çevirirler. Öyle Lağviyat denilen boş şeylere iltifatta bulunmazlar. Bu da onların üçüncü güzel vasıflarıdır” Rasul-i Ekrem (s.a.v) bu manayı teyit sadedinde; “Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kisinin iyi Müslüman olduğunu gösterir” buyurmuşlardır.
Bir başka hadis-i şeriflerinde ise malayaniden uzak durmanın lüzumunu; Allah’a ve ahirete iman eden kişi ya faydalı söz söylesin veya sussun!” şeklinde dile getirmişlerdir.
“Yine kurtuluşa erenler o müminler ki, onlar zekatı ifa edenlerdir. Onlar, iman ile bütünleşerek bedeni ibadet ile vasıflanıp ,lağviyat türünden olan şeylerden sakınır oldukları gibi mali mükellefiyetlerini de ifa ederler; hak etmiş olanlara mallarından belirli hisse ayırırlar. Bu şekilde de nefislerini arındırmaya, cimrilik lekesinden tem muvaffak olurlar. Bu da o zatların dördüncü övülen vasfıdır
Burada şunu özellikle belirtmek isteriz ki; Onlar ki, zekatı verirler” kavlinde sözü edilen zekat hem kalbin hem de malin temizliğini ilgilendirir. Çünkü zekat vesilesiyle kalp cimrilikten temizlenir, bencillikten kurtulur ve şeytanın fakirlik konusunda verdiği vesveseleri yenecek bir kuvvet kazanır. Allah huzurunda elde edeceği karşılık ve mükafata elindeki maldan daha çok güvenmiş olur. Bununla birlikte zekat aynı zamanda servet için de temizliktir: malın geri kalanı temiz ve helal olmasını sağlar.
Zekatla ilgili diğer ayetlerde ekseriyetle zekatı verirler” veya “zekat verin” ifadeleri geçerken, burada “liz-zekati failun” şeklinde farkla bir üslup kullanılması, bazı ince manalara işaret eder şöyle ki;
Bunlardan birincisi; buradaki zekattan maksat nefsi temizlemeye yarayan, övgüye değer her türlü iş ve davranıştır ki mal infakı da bunlardan biridir. Yani o müminler, bütün faaliyetlerini, yaptıkları her işi başka maksatla değil, sadece nefislerini, kalplerini ve mallarını temizlemek, onları her türlü çirkinliklerden arındırmak için yaparlar.
Hayatlarını hep bu istikamette tanzim ederler ve bu gayeye hizmet etmeyecek her türlü düşünce, söz ve amelden uzak dururlar. Bütün işlerini ilahi murakabe altında olduğu bilinciyle yaparlar. Verdikleri her nefeste Rab’lerine kavuşacak olmanın heyecanını yaşarlar.
İkincisi; insan nefsi, mal toplayıp onu üst üste yığmaya pek düşkündür. Bu yüzden nefiste iyice kökleşmiş olan hırs ve tamaha karşı ki bu pek şiddetli bir mukavemet gerekir. Şeytanın hırsını ve fakirlik korkusunu telkin eden vesveselerinden kurtulabilmek için böyle bir mukavemet ve mücahede şarttırişte zekat ibadetini hakkıyla eda etmek kalbi bencillik ve cimrilikten temizler; malı da lüzumsuz yere biriktirmekmekten kurtarır.
Nitekim ayet-i kerimede”failun” ifadesinin kullanılmasının bir hikmeti de budur. Çünkü bu ifade, nefiste iyice kök salıp yerleşmiş olan bencillik, hodgamlık, cimrilik gibi kötü sıfatların üstesinden gelmek üzere ciddi bir mücahede içine girme manası vardır
Ve yine kurtuluşa erenler o mu’minldirer ki, onlar temiz bir hayat yaşamaya gayret ederler. Avret mahallerini ve şehvet güçlerini daima muhafaza ederler. Haram olan ilişkilerden, insanlık terbiyesine aykırı olan vaziyetlerden kaçınırlar, örtülmesi icap eden azalarını açı vermekten son derece sakınırlar. İslam adabına aykırı hareketlerde bulunmazlar. Bu da onların beşinci temiz vasıflarıdır.
Ancak cemiyet hayatının meşru şekilde gelişmesine ve devamına vesile olan meşru münasebetle yetinirler Artık kimler de bunların ötesini istemiş olur ve kendisi için verilen böyle bir şer’i müsaade dışına çıkmak isterse, işte haddi tecavüz etmiş olarak temiz yaratılıştan uzak düşmüş olanlar onlardır.”
“Ve yine kurtuluşa erenler o müminlerdir ki onlar emanetlerine öyle ki riayet ederler. Hiç bir kimsenin hukukuna, namusuna, haysiyetine tecavüzde bulunmazlar. Kendilerine bırakılan emanetleri sahipleri adına korurlar. Kendileri için birer emanet sayılan hayatlarını, kuvvetlerini her işi de kötüye kullanmazlar ve onlar ahidlerine de riayet ederler.
Bu cümleden olmak üzere Allah Teala’ya karşı üstlenmiş oldukları ibadetleri, Hayat vazifeleri güzelce ifaya çalışırlar insanlarla yapmış oldukları sözleşme hükümlerini mutlaka yerine getirirler Bu da o müminlerin şayan-ı takdir olan altıncı vasıflarıdır. ‘Çünkü gerçek müminler, uhdelerine verilen”emanetleri korur ve sözlerini tutarlar.
Tabiidir ki burada bahsedilen emannet yalnız mal, para ve eşyalara ait bir durum değildir. Bütün şer-i teklifler Allah’a ait haklar, kullara ait haklar, vekaletler, velayetler, memuriyetler de emanetlerdendir. Ahid de, gerek Allah’a ve Peygamber’e, gerekse insanlara karşı olan anlaşmaları ve taahhütleri içine alır.
Müminler en geniş anlamıyla tüm emanetleri gözetirler ve fıtratlarının bu doğrultudan sapmasına izin vermezler. Onlar anlaşmalarını ve verdikleri sözü de yerine getirirler. Öncelikle Allah’a verdikleri kulluk sözünü hakkiyle ifa ederler. Allah adına kullara verdikleri sözlerin ifasına da dikkat ederler
Muhammed b. Fadl der ki: “Uzuvlarının hepsi senin yanında emanettir ve onlardan her biri hakkında sana bir emir verildi. Gözün emaneti haramlara yummak ve ibret nazarıyla bakmaktır. Kulağın emaneti, boş sözlerden, fena konuşmalardan korunması ve zikir meclislerinde hazır bulundurulmasıdır.
Dilin emaneti, gıybetten ve iftiradan sakınma zikre devam etmektir. Ayağın emaneti, taatlara yürümek ve günahlardan uzaklaşmaktır. Ağzın emaneti, ancak helal lokma yemektir. Elin emaneti harama uzatmamak, hayır ve iyilikten el çekmemektir. Kalbin emaneti, Allah’tan başkasını mutalaa ve müşahede etmemesi, sadece O’nda sükun bulması için devamlı olarak her vakitte Hakk’i gözetmektir.
Hz. Ömer (r.a)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir kimsenin iyi biri olduğunu anlamak için kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu? Dünya ile meşgul olurken helal. haram gözetiyor mu? Bunlara bakınız.
Burada şunu diyebiliriz: Sıhhatli bir toplum düzeni oluşturmak için yukarıda sayılan hususlar temel prensiplerdir. Namaz ve zekat gibi farz olan ibadetlerin yerine getirilmediği, emanetlerin gereğince muhafaza edilmediği, antlaşmaların gözetilmediği toplumlarda anarşi ve anlaşmazlıklar had safhada olur
Çünkü bu temel kaideler, sosyal hayatin temeli olarak görülmediği sürece toplum hayatı sağlıklı bir biçimde sürdürülemez. Bu bakımdan, güven ve huzurun yaygınlaşması için başta emanetlere riayet olmak üzere İslam’ın hakkaniyet ve nezakete dayalı prensiplerinin yaşatılması lazımdır.
“Ve yine kurtuluşa erenler o müminlerdir ki, onlar namazlarını tam bir huşu ile kılmakla beraber namazları üzerine muhafazada da bulunurlar. Namazlarına düzenli bir şekilde devam ederler. Namazlarının farzlarından, sünnetlerinden, adabından bir şeyi terk eylemezler namazlarını vakitlerinde kılmaya çalışırlar.
Beş vakit namaza, cuma namazlarına, teravih ve bayram namazlarına, vitir ve kuşluk namazlarına ve diğer nafile namazlara devam eder dururlar. Namazların en yüce bir adet olduğunu bilerek onları eda ederler ve bu vesileyle ruhani bir zevke nail olurlar. Ve bu da kurtuluşa kavuşmuş olan hakiki müminlerin yedinci güzel vasıflarıdır
İşte o güzel vasıflar ile nitelenmiş olan müminler var ya cennetlere varis olanlar onlardır. Yüce makamlara nail olanlar, varis ünvanına layık olanlar ancak onlardır. Onlar cennetlerin en yüksek tabakasını teşkil eden ebedi saadet mevkine, kendilerine başkalarından miras kalmış gibi sahip bulunurlar. Ve o Firdevs cennetinde ebedi olarak kalırlar Artık oradan ebedi olarak çıkmayacaklardır. İşte imanın ve onun semeresi olan üstün vasıflara sahip olmanın büyük mükafatı budur
Dikkat edilirse burada son olarak müminlerin ayrılmaz özellikleri cümlesinden olmak üzere tekrar namaza dikkat çekilmiş ve bu güzel vasıflara sahip olan müminlere verilecek mükafat bildirilmiştir. Ayet-i kerimede yer alan “namazı muhafaza” şu anlama gelir:
Onlar namazlarını dikkatli bir şekilde eda ederler, aksatmaksızın kılarlar, namazı kılma konusunda ihmalkar davranmazlar. Namazı nasıl kılınması gerekiyorsa öyle kılarlar. Tam vaktinde, farzıyla, sünnetiyle adabıyla eksiksiz kılarlar. Bütün adabını gözeterek namazın erkanını yerine getirirler.
Canlı dikkatli bir şekilde ve gönüllerini bütünüyle namazın manasıyla doldurarak kılarlar. Görüldüğü üzere bu sürede müminlerin özellikleri namazla başlayıp namazla bitmektedir. Bu da namazın İslam binasındaki yerinin önemini göstermektedir.”
Ey İman Edenler...