• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...
Mürselât suresi okunuşu Arapça Türkçe okunuşu Mürselât suresi anlamı meali Mürselât suresi tefsiri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Mürselât suresi ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği, kudreti, melekler, kıyamet, öldükten sonra dirilme, âhiret hayatı ve orada müminler için hazırlanmış olan nimetler, suçlulara verilecek cezalar ve gayb âlemi gibi itikadî konular canlı ve eğitici bir üslûp içinde ele alınmaktadır. Haberimizde Mürselât suresi okunuşu,Arapça Türkçe okunuşu,Mürselât suresi anlamı meali,Mürselât suresi tefsiri yer almaktadır. 

MÜRSELAT SURESİ ANLAMI

Adını birinci âyette geçen “elMürselât”kelimesinden almıştır. Mürselât, gönderilenler demektir. Sûredebaşlıca, kıyametin, hesap ve azabın gerçekleşeceği, Allah’ın kudreti vegünahkârların akıbeti konu edilmektedir. 50 âyettir. Mushaftaki sıralamada yetmiş yedinci, iniş sırasına göre otuz üçüncü sûredir. Hümeze sûresinden sonra, Kaf sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 48. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet de vardır.

MÜRSELAT SURESİ ARAPÇA OKUNUŞU

MURSELAT SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim

1.Vel murselâti urfâ(urfen).

2.Fel âsıfâti asfâ(asfen).

3.Ven nâşirâti neşran.

4.Fel fârikâti ferkâ(ferkan).

5.Fel mulkıyâti zikrâ(zikran).

6.Uzran ev nuzrâ( nuzran).

7.İnnemâ tûadûne le vâkıun.

8.Fe izân nucûmu tumiset.

9.Ve izâs semâu furicet.

10.Ve izâl cibâlu nusifet.

11.Ve izâr rusulu ukkıtet.

12.Li eyyi yevmin uccilet.

13.Li yevmil fasli.

14.Ve mâ edrâke mâ yevmul fasli.

15.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

16.E lem nuhlikil evvelîn(evvelîne).

17.Summe nutbiuhumul âhırîn(âhırîne).

18.Kezâlike nef'alu bil mucrimîn(mucrimîne).

19.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

20.E lem nahlukkum min mâin mehîn(mehînin).

21.Fe cealnâhu fî karârin mekîn(mekînin).

22.İlâ kaderin ma'lûm(ma'lûmin).

23.Fe kadernâ fe ni'mel kâdirûn(kâdirûne).

24.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

25.E lem nec'alil arda kifâtâ(kifâten).

26.Ahyâen ve emvâtâ(emvâten).

27.Ve cealnâ fîhâ ravâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ(furâten).

28.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

29.İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).

30.İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb(şuâbin).

31.Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb(lehebi).

32.İnnehâ termî bi şerarin kel kasr(kasri).

33.Ke ennehu cimâletun sufrun.

34.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

35.Hâzâ yevmu lâ yentıkûn(yentıkûne).

36.Ve lâ yu'zenu lehum fe ya'tezirûn(ya'tezirûne).

37.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

38.Hâzâ yevmul fasli, cema'nâkum vel evvelîn(evvelîne).

39.Fe in kâne lekum keydun fe kîdûni.

40.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

41.İnnel muttakîne fî zılâlin ve uyûn(uyûnin).

42.Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn(yeştehûne).

43.Kulû veşrabû henîen bimâ kuntum ta'melûn(ta'melûne).

44.İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).

45.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

46.Kulû ve temetteû kalîlen innekum mucrimûn(mucrimûne).

47.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

48.Ve izâ kîle lehumurkeû lâ yerkeûn(yerkeûne).

49.Veylun yevme izin lil mukezzibîn(mukezzibîne).

50.Fe bi eyyi hadîsin ba'dehu yu'minûn(yu'minûne).

MÜRSELAT SURESİ TÜRKÇE ANLAMI

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Ard arda gönderilenlere, kasırga gibi esenlere, hakkıyla yayanlara, hakkıyla ayıranlara, özür ya da uyarı olmak üzere öğüt bırakanlara andolsun ki, uyarıldığınız (Kıyamet) mutlaka gerçekleşecektir.

8.Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman,

9.Gök yarıldığı zaman,

10.Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman,

11.Peygamberler için (ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet gerçekleşir).

12.(Bu) hangi güne ertelenmiştir?

13.Hüküm ve ayırım gününe.

14.Hüküm ve ayırım gününü sen ne bileceksin.

15.O gün vay yalanlayanların haline!

16.Biz öncekileri helak etmedik mi?

17.Sonra arkadan gelenleri de onların peşine takacağız.

18.Biz suçlulara işte böyle yaparız.

19.O gün vay yalanlayanların haline!

20.Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?

21, 22.Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.

23.Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!

24.O gün vay yalanlayanların haline!

25, 26.Biz yeryüzünü dirileri de ölüleri de toplayan (bir yurt) yapmadık mı?

27.Orada sabit yüce dağlar yaratmadık mı, size tatlı bir su içirmedik mi?

28.O gün vay yalanlayanların haline!

29.Onlara şöyle denecek: "Yalanlamakta olduğunuz şeye (cehennem azabına) gidin."

30, 31."Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki, o ne gölgelendirir ne de alevden korur."

32.Şüphesiz cehennem, her biri saray büyüklüğünde kıvılcımlar saçar.

33.Bunlar sanki birer kızıl devedir.

34.O gün vay yalanlayanların haline!

35.Bu, konuşamayacakları gündür.

36.Onlara izin de verilmez ki, özür dilesinler.

37.O gün vay yalanlayanların haline!

38.Bu, hüküm ve ayırma günüdür. Sizi ve öncekileri bir araya toplamışızdır.

39.Eğer bir tuzağınız varsa haydi bana tuzak kurun!

40.O gün vay yalanlayanların haline!

41.Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, gölgeler içinde ve pınar başlarındadırlar.

42.Canlarının çektiği meyveler içerisindedirler.

43."Yapmakta olduğunuz şeylere karşılık afiyetle yiyin için."

44.Şüphesiz biz iyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.

45.O gün vay yalanlayanların haline!

46.Ey inkar edenler! (Dünyada) yiyin ve birazcık yararlanın! Şüphesiz sizler suçlularsınız.

47.O gün vay yalanlayanların haline!

48.Onlara, "Rükû edin (namaz kılın)" dendiği zaman rükû etmezler.

49.O gün vay yalanlayanların haline!

50.Onlar artık ondan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?

MURSELAT SURESİ TEFSİRİ

İlk üç âyette üzerlerine yemin edilerek muhatapların dikkatleri çekilen şeyler bazı tefsircilere göre rüzgâr, fırtına, bulut gibi tabiat olaylarıdır (bk. Zâriyât 51/1-4). Diğer tefsircilere göre ise daha sonraki üç âyette olduğu gibi bunlarla da Cebrâil, melekler, vahiy ve kitap kastedilmiştir.

Melekler vahyi getirirken rüzgârlar gibi esmişler, yeryüzünde Allah’ın dinini yaymışlar, getirdikleri vahiy sayesinde inkârcılık ve cehalet yüzünden ölü hale gelen ruhlar dirilmiş, hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış, insanların tövbe edip arınmaları sağlanmıştır (Zemahşerî, IV, 202; bilgi için bk. Râzî, XXX, 264-268; İbn Âşûr, XXIX, 419-423; Ateş, X, 264-266). Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek kozmik çöküşü (meselâ bk. İbrâhim 14/18; Tâhâ 20/105; Müzzemmil 73/14) özetleyen açıklamaların ardından 11-13. âyetler, Allah Teâlâ’nın peygamberlerle ümmetleri arasında dünyada yaşanmış olan olumlu veya olumsuz ilişki hakkındaki nihaî sorgu, yargı ve kararını vereceği zamanı ifade eder ki bu zaman da kıyamet ve âhiret günüdür. Nitekim başka bir âyette de Allah’ın o gün peygamberleri toplayıp onların tebliğ ve davetlerine insanların nasıl cevap verdiklerinin sorulacağı haber verilmiştir (Mâide 5/109). İşte “ayırım günü”nden maksat bu sorgu ve yargı günü yani peygamberlerle onları yalancılıkla itham edenlerin arasında hükmün verileceği ve hak ile bâtılın ayırt edileceği kıyametin kopmasıyla başlayacak olan âhiret günüdür. 14. âyetteki soru cümlesi, o günün, Allah bildirmedikçe hiç kimsenin mahiyetini bilemeyeceği, tasavvur edemeyeceği olağanüstülüklere sahne olacağını ima eder. 15. âyet ise kıyamet ve âhireti yalan sayanların başlarına gelecek olan felâketin büyüklüğüne dikkat çekiyor. Bu ifade kalıbı sûrede on defa geçmekte olup her defasında izlediği âyetlerle ilgili özel bir anlam içerir. İnkârcılar, yalan saydıkları her ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları için bunlar hakkında aynı ifade kalıbı tekrar edilmiştir. Buradaki soru, âyetlerin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerinin, Allah’a isyanları yüzünden helâk edilen Âd, Semûd vb. kavimlerin kötü âkıbetlerinden az çok haberdar olduklarını gösterir. Buna rağmen kendileri de peygamberi yalancılıkla itham edip ona isyanda ısrar ederlerse öncekiler gibi cezalandırılacakları hatırlatılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’e isyanda direnen müşrikler Bedir Savaşı’yla başlayan kesin bir yok oluş sürecinden geçirilerek cezalandırılmışlardır (bk. Râzî, XXX, 272); âhiretteki cezaları da ayrıca verilecektir. 18. âyette “suçlular” diye çevirdiğimiz mücrimîn kelimesi Kur’an’da genellikle müşrikleri ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Âyetin bağlamından kelimenin burada da aynı anlamda kullanıldığı anlaşılmakta; bu âyette hangi dönemde olursa olsun bütün “mücrimler”in, müşriklerin, inkârcı ve isyankârların aynı şekilde cezalandırılmalarının, yüce Allah’ın bir yasası olduğu hatırlatılmaktadır. 

“Önemsenmeyen bir su”dan maksat sperm (bk. Kıyâmet 75/37), onun yerleştirildiği “sağlam yer” ana rahmi, “belli bir süre” ise hamilelik dönemidir. Âyetlerde insanın hangi maddeden ve nasıl yaratıldığı açıklanarak Allah’ın neleri yapmaya, yaratmaya kadir olduğuna dair en dikkate değer örneklerden biri ortaya konmuş; böylece yeniden dirilmeyi inkâr edenlere bu inkârlarının temelsiz olduğu gösterilmiştir. 23. âyette insanın yaratılışındaki akıllara durgunluk veren inceliklere, mükemmel düzen ve uyuma, ölçüye ve sonuçta onu yaratan ilâhî ilim ve kudretin genişliğine dikkat çekilmiştir. Böylece insan iki yönden uyarılmaktadır: a) Allah insanı basit, bir sudan yani meniden yaratmış, ana rahminde onu çeşitli aşamalardan geçirerek, maddî ve mânevî kabiliyetlerle donatmış, sonuçta yeryüzünün en mükemmel varlığı haline getirmiştir. Ama insanoğlu nankörlük ederek kendisine paha biçilmez nimetleri lutfeden Allah’a isyan etmektedir. İşte bundan dolayı 18.âyetten başlamak üzere sûrede “O gün inkârcıların vay haline!” buyurularak insanlar uyarılmıştır. b) Âyetlere göre öldükten sonra dirilme olayı mutlaka gerçekleşecektir. Basit bir sudan böyle mükemmel insanı yaratıp meydana getiren yaratıcı kudret onu öldükten sonra diriltmeye de kadirdir. 

Arzın, jeolojik yapısı, atmosferi, su kaynakları vb. imkânları sayesinde canlılar için uygun ortam ve şartlarda yaratılmış olduğuna, ölü beden kalıntılarının da arz içinde tutulduğuna dikkat çekilmekte, böylece dolaylı olarak bunun, aklını işletip ibret nazarıyla görenler için, yeniden dirilme olayından daha şaşırtıcı ve daha büyük bir olay olduğu ima edilmektedir (Şevkânî, V, 414). 

O gün hesaplar görülüp herkesin gideceği yer belli olduktan sonra görevliler inkârcılara, dünyada yalan saymış oldukları cehenneme doğru yürümeleri için âyetlerde geçtiği gibi hitap edeceklerdir. Müfessirler “üç parçalı gölge”den maksadın cehennem yakıtlarının çıkardığı, üçe ayrılmış yoğun duman olduğunu söylemişlerdir (Taberî, XXIX, 146). Âyetlerde cehennemin fırlattığı kıvılcımların benzetildiği “kasr” kelimesinin farklı anlamları bulunmakla birlikte (bk. Râzî, XXX, 277; Şevkânî, V, 415-416) bunlar içinde cehennem tasvirine en uygun olanı “hurma kütüğü” olduğu için meâlde bu anlam tercih edilmiştir.

Kıraat farkları dikkate alınarak 32 ve 33. âyetlere şöyle de mâna verilmiştir: “Cehennem, kütükler gibi kocaman kıvılcımlar fırlatır. Her bir kıvılcım birer sarı (kızgın) deve gibidir” (Şevkânî, V, 416). Bu âyetlerde kıyamet ve mahşer gününde suçluların konuşmalarına ve mazeret göstermelerine izin verilmeyeceği bildirilirken başka âyetlerde onların konuşacakları ve tartışacakları belirtilmiştir (meselâ bk. En‘âm 6/23; Zümer 39/31; Fussılet 41/21). Ancak bunu, âyetler arasında çelişki bulunduğu şeklinde yorumlamamak gerekir. Zira bu farklı âyetlerde âhiretin farklı sahneleri tasvir edilmektedir. 

“Ayırım günü”nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, inananın inkâr edenden ayırt edileceği yargı günüdür. Allah o gün gerek Kur’an’ın hitap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri, gerekse Kur’an’ın inmesinden önce gelip geçmiş bütün insanları mahşerde toplayıp aralarında hükmünü verecektir (krş. Vâkıa 56/49-50). Bir yoruma göre “siz ve sizden öncekiler” ifadesiyle bilhassa Hz. Peygamber’in muhatapları olan Arap müşrikleriyle önceki dönemlerin inkârcıları kastedilmiştir. Âyetin özellikle tehdit ve uyarı amacı taşıdığı dikkate alındığında bu yorum daha isabetli görülebilir. Nitekim 39. âyet de bu yorumu desteklemektedir. Burada inkârcılara, “Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planınızı!” denilerek hak ettikleri cezadan kurtulma hususunda bir çareleri varsa onu kullanmaları istenir. Ancak bu istek, gerçekten onların bir çare bulmaları için değil, içine düşecekleri çaresizliği ortaya koymak içindir.  

Râzî, Şevkânî gibi müfessirler, sûrenin bütünündeki konuların uyumunu dikkate alarak bu âyetlerde âhiretteki durumları özetlenen “takvâ sahipleri” ile bilhassa Allah’a ortak koşmaktan sakınan müminlerin kastedildiğini belirtirler. Râzî âyetteki takvâ kelimesinin itaatkâr olan ve olmayan bütün müminleri kapsadığını önemle hatırlatır (XXX, 281-282; Şevkânî, V, 417). Ancak gerek takvâ kavramının Kur’an-ı Kerîm’deki genel anlamı gerekse burada “takvâ sahipleri”nin niteliğini ve ödüllerini açıklayan 43-44. âyetler, kavramın burada da hem imanı hem itaati kapsadığını göstermektedir. Takvâ sahiplerini öven ve onlara âhiret mutluluğunu müjdeleyen ifadelerin ardından, putperestlere yöneltilen “... yiyin, biraz daha faydalanın!” şeklindeki tehdit ifadesiyle –takvâ sahiplerinin duyarlı ve sorumlu yaşayışlarının aksine– yiyip içmenin ötesinde bir kaygı taşımadan sorumsuzca geçirilen bir hayatın gerçekte ne büyük bir ziyan olduğu anlatılmaktadır. Dünya nimetleri ne kadar bol olursa olsun insan ömrü kısa, dünya ise fânidir; sonuçta suçluların gideceği yer cehennemdir. Bu nedenle onlar hakkında da, “Hakkı yalanlayanların o gün vay haline!” buyurulmuştur. Bu âyetle ilgili üç yorum yapılmıştır: 1. Sakifliler hakkında inmiştir. Hz. Peygamber onlara namazla ilgili âyetleri tebliğ ettiğinde, “Namazı bizden kaldır; biz eğilemeyiz, bu bizim için bir ardır” demişler. Hz. Peygamber de “Rükûu ve secdesi olmayan dinde hayır yoktur” buyurarak onların yersiz isteklerini reddetmiştir (Şevkânî, V, 417). 2. İman etmeden ölenlere âhirette, “Allah’ın huzurunda eğilin” denilecek, fakat kendilerinde eğilme gücü bulamayacaklar. 3. Âyetteki “eğilme” (rükû) kavramıyla genel olarak Allah’a itaat ve saygı kastedilmiştir. “Bundan” zamiriyle Kur’an-ı Kerîm kastedilmiştir. İman edilecek en doğru söz Kur’an-ı Kerîm’dir. Kuşkusuz bütün sözler içerisinde en doğrusu, en aydınlatıcısı, en inanılır ve güvenilir olanı, ayrıca inanıp izleyenlere en yararlı ve kurtarıcı olanı Allah’ın sözüdür. Nitekim En‘am sûresinin 115. âyetinde “Allah’ın kelimesinin (kelâmının) hem doğruluk hem de adalet bakımından tam” yani eksiksiz kusursuz olduğu bildirilmiştir. Mürselât sûresinin genelinde inkârcıların yanlış inanç ve tutumları ve bu yüzden uğrayacakları uhrevî cezalar hakkında bilgi verildikten sonra kurtuluş yolunun Kur’an-ı Kerîm’e inanıp onu izlemek olduğunu bildiren âyetle sûre son bulmaktadır. Son âyette her yönüyle mûcize olan Kur’an’a inanmayan inkârcıların, artık iman edecekleri herhangi bir sözün veya bir kitabın bulunmadığına işaret edilmektedir.

 

 

 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir