• DOLAR 32.53
  • EURO 34.977
  • ALTIN 2436.363
  • ...
Şahsen Kafam karıstı!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Hüseyin Sağlam/Analiz-haber
 
Dicle Üniversitesi’nde yaşanan provokatif olayları bilirsiniz. İlk etapta planlı mı, rastgele mi olduğu tartışılan olaylarda özellikle BDP cenahından bazı vekillerin olaya müdahale biçimleri ve bu müdahale biçiminin olayların seyrini daha da büyütmesi, “planlılık” ihtimalinin daha ağır bastığı sonucunu çıkarmıştı.

Olay, BDP/PKK tarafının topyekûn ve kurumsal bir planlaması değilse de bunların içindeki bazı grupların planlaması olduğu gerçeği zaten gizlenemedi de.

Ancak KCK adına bir bildirinin dolaşıma sokulması, bildirinin provokatif üslubu ve bu bildiriden cesaret alan bazı odakların olayları şehir merkezine taşıma gayretlerinin sosyal medya üzerinden sürdürülen kaynağı meçhul “kelle isteruk!” naralarıyla örtüşmesi; bunların kurumsal anlamda kendileri dışında hiç kimseye hayat hakkı tanımama eğilimlerinin yeniden depreştiği öngörüsünü kesin bir kanaate dönüştürüverdi.

Derken Ruşen Çakır’ın Kandil röportajı yayınlanmaya başlandı. Röportajın ilk bölümünün sonunda ikinci bölümünün satırbaşlarına yer verilmişti. İçinde Hizbullah’la ilgili bir başlığın da yer alması, şahsen bende merak uyandırdı. Ertesi gün bu konu etrafında Duran Kalkan’ın açıklamalarına yer verilecekti. KCK adına yayınlanan son bildiriye hâkim olan ESPvari dili hatırladığımda açıkçası Duran Kalkan’ın da benzer şeyler söyleyeceğini beklemekteydim. Ama itiraf etmeliyim ki Duran Kalkan’ın açıklamalarını okuduğumda ters yönden bir şok geçirdiğimi belirtmek isterim.

Sözü daha fazla uzatmadan röportajın ilgili bölümlerine bir göz atalım:

***

- Dicle Üniversitesi’ndeki olaylar ve Hizbullah ile yeniden çatışma ortamına girilmesi ihtimali hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kalkan: Eğer olaylar planlı değil de kendiliğinden olmuşsa çatışma da gelişmez. Eğer sorun bizim gençlerimizden kaynaklanmışsa bu giderilir. Çünkü bizim siyasi olarak geniş bir çerçevemiz var. Gençlerimiz onların faaliyetlerini engelleme değil tam tersine ittifak halinde olabilirlerdi.

- Yani Hizbullah’a hayat alanı tanımama gibi bir politikanız yok.

Kalkan: Kesinlikle yok. Başkaları bize hayat hakkı tanımamaya çalışıyor ve biz buna karşı duruyoruz. Başkasına aynı şekilde davranırsak kendimizi inkâr etmiş oluruz.

- Ama geçmişten kaynaklanan bir durum var, kapanmamış defter var...

Kalkan: Var tabii, gerginlik var. Çeşitli görüşmeler de oldu, bazen gerginlikler oldu. Fakat şu an öyle bir pozisyon yok. Eğer engelleyici bir durum olmuşsa onların da yaklaşımındandır. Bize böyle yansıdı.

- Düzenlenmesi söz konusu olan 4 konferanstan Diyarbakır’da olanına Hizbullah da çağrılacakmış.

Kalkan: Doğru, o konferanslar için katılmak isteyen herkese çağrı var.

- Sizden ayrılanlar da dahil mi bu çağrıya? Onlar da gelebilir mi?

Kalkan: Onlar yok. Gelmeleri zordur.


- Hüda-Par Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, PKK ile Hizbullah yıllardır süren ateşkesi resmileştirmeli, dedi. Bu mümkün mü?

Kalkan: Aslında böyle olsun istedik biz de, geçmişte bazı çabalar da oldu. Fakat tam gerçekleşmedi. Bu Hizbullah’tan kaynaklandı biraz. Geçmişi daha açık değerlendirebilirdi, özeleştiri vermesi gerekirdi. Tersine bize dönük eleştirileri çok oldu. Biz özeleştiri vermekten çekinen bir hareket değiliz. Fakat 1990-94 çatışma sürecinde hata yapan biz değiliz. Hatalarımız varsa bireyseldir, alansaldır. Onlarsa merkezi politika gereği bu şeyleri yaptılar ve yanlış yaptılar. Açıkça bazı politikaların gereğini yerine getirdiler ve hâlâ o süreç çözümlenemiyor. Aydınlatılmaya muhtaç olan karanlık bir süreç. Bu engel oluşturdu. Olabilse, çözümlense, biz ondan yanayız, iyi olur. Yok etme, hayat hakkı tanımama diye bir şey kesinlikle yok. Keşke başka Kürt hareketleri de çıksa. Ama ulusal demokratik değerlere, ilkelere sahip çıkma temelinde çıksa. Örneğin PKK bu kadar mücadele yürüttü, buna değer vererek çıksa, reddetmeyiz.

***

1990’lı yıllarda PKK ile Hizbullah arasında yaşanan çatışma süreciyle alakalı kamuoyu PKK’nin de Hizbullah’ın da argümanları hakkında gereken bilgiye sahip olduğu için Duran Kalkan’ın o döneme ilişkin iddialarını şimdilik bir tarafa bırakalım. Ancak son süreçte Dicle Üniversitesi’ndeki olaylar üzerinden yaşanan gerginlikle ilgili sözleri, BDP çevrelerinin olay bağlamındaki hak tanımaz tavırlarıyla karşılaştırıldığında tek kelimeyle müthiş!

Zannedersem en başta Aysel Tuğluk olmak üzere üniversite sahasında oldukça efor harcayanların iyice okuması gereken sözler olsa gerek.

İyi de madem Kandil’deki merkez, yaşanan olaylara bu denli soğukkanlı yaklaşıyor, o halde KCK adına yayınlanan o bildirinin içerik ve üslubu neyin nesiydi? Uzun bir metinden oluştuğu için buraya alamayacağımız o bildiri açıkça savaş çağrısını barındırıyordu.

Oysa KCK adına son yıllarda Hizbullah’la ilgili yapılan açıklamaları takip edenler herhalde şu noktayı iyi göreceklerdir. Çatışma dönemine ait açıklamaları eski kalıplaşmış sözlerle örtüşse de sonrasına ait açıklamalara bazı ithamlar dışında genelde çatışma dilinden uzak bir üslubun hâkim olduğunu fark edeceklerdir.

O bildiriden sonra Duran Kalkan’ın şahsen beni şaşırtan açıklamalarını okuyunca açıkçası KCK adına yayınlanan o bildiriden kuşku duymaya başladım.

Gerçekten o bildiriyi KCK mı yayınladı? Şayet KCK yayınladıysa aynı zamanda KCK yürütme konseyi üyesi olan Duran Kalkan’ın deyim yerindeyse “çatışmayı yasaklayan” yeni sözlerini nereye oturtmak gerekir? Bilebildiğim kadarıyla o bildiri ile bu röportaj arasında kalan kısa zaman sürecinde herhangi bir olağanüstü gelişme falan da yaşanmadığına göre gerçekte değişen şey ne idi?

Yoksa cephe içerisinde bazı birimler o bildiriyi KCK adına servis ettikten sonra KCK de sahiplenmek zorunda mı kaldı?
Dediğim gibi o bildirideki dil ve üslup, Hizbullah’la alakalı sarf edilen son yılların diline hiç ama hiç benzemiyordu. Kışkırtıcılık vardı, kin vardı, nefret vardı, savaş çığırtkanlığı vardı, hücum vardı, linç vardı, vardı da vardı!

O halde?

Özellikle dikkatinizi başka bir açıklamaya çevireyim. Biliyorsunuz en ufak bir sürtüşmede kraldan çok kralcı kesilmekle ünlü marjinal bir tabela partisinin Diyarbakır il örgütüne ait bir açıklama dolaşıma sokularak Türk soluna ait tüm portallarda manşete çıkarıldı. O açıklamanın numunelik bazı cümleleri aynen şöyleydi:

“Dicle Üniversitesi’nde üç gündür polis refakatinde süren faşist saldırılar ciddi boyutlara ulaştı… Söz konusu saldırılarda DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk da başına isabet eden bir cisimle yaralandı… Bu faşist saldırılar halkımızı, yurtsever gençliğimizi özgürlük mücadelesinden alıkoyamayacaktır. Tüm duyarlı kamuoyunu, yurtsever halkımızı süren faşist saldırılara karşı sesini yükseltmeye, sokağa çıkarak tepkisini büyütmeye çağırıyoruz”

Bu bir!

İkincisi; üniversitedeki saldırının ilk gününde bir sosyal paylaşım sitesi üzerinden Altan Tan adına hemen tedavüle sokulan aynı benzerlikte provokatif bir açıklama yer almıştı. Altan Tan, bunu derhal yalanlasa da birilerinin durumdan vazife çıkarmak adına önceden yığınak yaptığı rahatlıkla anlaşılıyordu.

Hem Altan Tan ismi kullanılarak tez elden yapılan açıklama, hem de mezkûr tabela partisinin il örgütünün aynı benzerlikteki açıklamasının KCK adına yayınlanan o bildiriyle benzerlik göstermesi, provokasyona ayarlı malum damarın cephe içerisinde hayli mesafe kat ettiği sonucunu çıkarmaktadır.

Bu durumda olayları yatıştırması gereken kimi zevatın tez elden provokasyon ekibinin malzemesi haline gelmesi, herhalde şu anda kendilerini kara kara düşündürtmektedir. Eğer hâlâ düşünemeyip diş bilemeye devam ediyorlarsa kendileri için en iyi ilaç, Duran Kalkan’ın Ruşen Çakır’a verdiği beyanatlar olmalıdır.
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir