• DOLAR 34.651
  • EURO 36.433
  • ALTIN 2925.969
  • ...
Buruc suresi okunuşu Buruc suresi Arapça okunuşu Buruc suresi anlamı meali Buruc suresi tefsiri
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Buruc suresinin ana konusu kendilerine “ashâbü’l-uhdûd” (hendek topluluğu) denilen inkârcıların, inançlı insanlara inançları sebebiyle yaptıkları işkenceler ve müminlerin inançları uğrunda bunlara karşı gösterdikleri sabır ve dirençtir. Ayrıca inkârcıların âhiretteki kötü âkıbetleri ve inananların mutlu sonları, Allah’ın bazı sıfatları hakkında kısa açıklamalar yer almaktadır. Buruc suresi okunuşu Buruc suresi Arapça okunuşu nedir? Sorusu sıkça araştırılıyor. Merak edenler için Buruc suresi anlamı meali ve Buruc suresi tefsiri haberin devamında.

Buruc suresi okunuşu

  1. Vessemai zatilbüruci.
  2. Velyevmilmev'udi.
  3. Ve şahidin ve meşhudin.
  4. Kutile ashabül'uhdudi.
  5. En nari zatelvekudi.
  6. İz hüm 'aleyha ku'udün.
  7. Ve hüm 'ala ma yef'alune bilmü'miniyne şühudün.
  8. Ve ma nekamu minhüm illa en yü'minu billahil'aziyzilhamiydi.
  9. Elleziy lehu mülküssemavati vel'ardı vallahü 'ala külli şey'in şehiydün.
  10. İnnelleziyne fetenülmü'miniyne velmü'minati sümme lem yetubu felehüm 'azabü cehenneme ve lehüm 'azabülhariykı.
  11. İnnelleziyne amenu ve 'amilussalihati lehüm cennatün tecriy min tahtihel'enharü zalikelfevzülkebiyrü.
  12. İnne batşe rabbike leşediydün.
  13. İnnehu hüve yübdiü ve yü'ıydü.
  14. Ve hüvelğafurülvedudü.
  15. Zül'arşilmeciydü.
  16. Fa''alün lima yüriydü.
  17. Hel etake hadiysülcünudi.
  18. Fir'avne ve semude.
  19. Belilleziyne keferu fiy tekziybin.
  20. Vallahü min veraihim muhıytun.
  21. Bel hüve kur'anün meciydün.
  22. Fiy levhın mahfuzın.

Buruc suresi Arapça okunuşu

Buruc suresi anlamı Buruc suresi meali

  1. Yemin olsun o burçlarla dolu göğe,
  2. O vaat olunan güne,
  3. Tanıklık edene, tanıklık edilene/seyredene, seyredilene,
  4. Ki gebertildi o hendekçi grup/o kamçıları hendek gibi iz bırakan herifler,
  5. O tutuşturulan ateşin adamları,
  6. Onlar onun başında oturmuşlardı.
  7. Ve hepsi, müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
  8. Onlardan sadece, Azîz ve Hamîd Allah'a iman ettikleri için öc alıyorlardı.
  9. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Allah her şeye tanıktır.
  10. Şu bir gerçek ki, inanan erkeklerle inanan kadınlara işkence edip sonra da tövbe etmemiş olanlar için, cehennem azabı vardır. Onlar için yangın azabı da vardır.
  11. İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Büyük başarı işte budur.
  12. Hiç kuşkusuz, Rabbinin yakalayışı/çarpışı çok şiddetlidir.
  13. İlk yaratan da O'dur, tekrar yaratan da O'dur!!
  14. Gafûr O'dur, Vedûd O!
  15. Arşın sahibidir; Mecîd'dir, şanı yüce olandır!
  16. İstediğini hemen yapandır.
  17. Geldi mi sana orduların haberi?
  18. Yani Firavun ve Semûd'un?
  19. Gerçek şu ki, inkâr edenler bir yalanlama içindedirler.
  20. Allah ise onları arkalarından kuşatmış bulunuyor.
  21. İş onların iddialarının aksinedir! O, çok yüce bir Kur'an'dır.
  22. Korunmuş bir levhada/Levh-i Mahfûz'dadır.

Buruc suresi tefsiri

Burûc Suresi - 1-10 . Ayet Tefsiri

Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak müminleri inançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalimler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir.
Burûc kelimesi “açığa çıkmak, görünmek, saray ve köşk” anlamlarına gelen burcun çoğuludur. Astronomi terimi olarak burç, güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronominin ışığında “burûc”u “yıldız kümeleri” veya “galaksiler” olarak anlamak mümkündür (ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61). 2. âyetteki “vaad edilen gün”den maksat, kıyamet günüdür (Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283).
“Tanıklık eden ve edilen” diye çevirdiğimiz 3. âyetteki şâhid ve meşhûd kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: a) Şahit Allah, meşhûd yaratıklardır; b) Şahit Hz. Muhammed, meşhûd onun ümmetidir; c) Şahit Hz. Muhammed’in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir; d) Şahit peygamberler, meşhûd ümmetleridir; e) Şahit koruyucu melekler, meşhûd insanlardır; f) Şahit bütün insanlar, meşhûd kıyamet günüdür; g) Şahit Allah ve melekler, meşhûd da Allah’ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacerülesved’in, arefe, cuma ve pazartesi günlerinin şahit ve meşhûd olduğu yolunda görüş ileri sürenler de vardır (bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394). Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındığında “şahit” ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ’nın, meşhûd ile Allah’ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ile onların işlerinin kastedildiği düşünülebilir.
Sûrede sözü edilen “ashâbü’l-uhdûd”, İslâmiyet’ten önceki bir devirde inançlı insanları dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kimseleri ifade eder. Âyetlerde semaya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yeminle bu işkencecilerin lânetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd “uzun ve derin hendek” demektir. Kendilerinden ashâbü’l-uhdûd diye söz edilen kimselerle onların işkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur’an-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve bazen birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necran hıristiyanlarının Yemen Kralı Zûnüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah’ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gibi güvenilir olmayan menkıbeler de vardır (bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtubî, XIX, 287-294). Bu ifadeyi belli bir olaya bağlamak yerine, tarihte çokça kullanılan ateşle işkence yöntemine atıfla genel mânada işkence ve işkenceciler şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Esed, III, 1253). 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Burûc sûresinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim “...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir” meâlindeki 10. âyette Kur’an’ın geldiği toplumda da işkence uygulamasının bulunduğuna, böyle zulümleri Mekke müşriklerinin de yaptıklarına işaret edilmiştir (bk. Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-uhdûd”, DİA, III, 471).

Burûc Suresi - 11-12 . Ayet Tefsiri

Çeşitli işkence, zulüm ve sıkıntılara mâruz kaldıkları halde imanlarından tâviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren müminlerin âhirette altlarından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirilecekleri ifade edilmektedir. Elbette ki bu, müminler için bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. “Şüphesiz rabbinin yakalaması pek yamandır” ifadesinin burada işkence görenler için bir teselli amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. Buna göre söz konusu işkencelere göğüs geren müminler imanlarındaki sebatın karşılığını âhirette iki şekilde alacaklardır: Biri cennet nimetleri, diğeri de ilâhî adaletin gereği olarak kendilerine kötülük eden inkârcıların cezalandırılmasıdır.

Burûc Suresi - 13-16 . Ayet Tefsiri

Müfessirler 13. âyeti iki türlü yorumlamışlardır: a) Âyette başta yapıldığı, sonra tekrar edildiği bildirilen şey, Allah’ın inkârcı zalimlere ilk olarak dünyada ceza vermesi sonra âhirette cezalandırmayı tekrar etmesidir. b) Allah’ın mahlûkatı birinci defa yoktan var edip dilediklerine can vermesi, ikinci olarak onları kıyamet gününde yeniden diriltmek suretiyle hayata döndürmesidir (bu yorum için bk. Kur’an Yolu, Ankebût 29/19; Rûm 30/11). Buradan itibaren ceza ile ilgili olmaksızın Allah’ın isim ve sıfatları sıralandığı için meâlde ikinci yorumu tercih ettik. Taberî ise âyeti önceki konuyla bağlantılı gördüğü için birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXX, 88).
14-16. âyetler, sûrenin başında anlatılan işkence olayıyla bağlantılı olarak değerlendirildiğinde şöyle bir anlama işaret eder: İnsanoğlu zalim, inkârcı ve nankör de olsa yaptıklarından içtenlikle pişmanlık duyup tövbe ederse yüce Allah da ona karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele edecek, günahlarını bağışlayacaktır. Çünkü O, arşın sahibidir, şanı yücedir (arş hakkında bk. Kur’an Yolu, A‘râf 7/54); varlıkların yönetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir. O, dilediğini yapan, mutlak kudretin sahibidir, verdiği hükmü kimsenin bozması mümkün değildir (Allah’ın dilediğini yapması hakkında bk. Kur’an Yolu, Hûd 11/107).

Burûc Suresi - 17-20 . Ayet Tefsiri

Allah Teâlâ’nın, dilediğini yapan yüce kudretin sahibi olduğu ve yakalamasından hiç kimsenin kurtulamayacağı gerçeği Firavun ve Semûd orduları (kavimleri) örneği ile anlatılarak Hz. Peygamber ve müminler teselli edilmektedir. Çünkü bu iki topluluk ilâhî mesajları inkâr etmeleri ve işledikleri zulümler sebebiyle ilâhî bir ceza neticesinde tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir (Firavun ve kavmi hakkında bk. A‘râf 7/103-136; Semûd kavmi hakkında bk. 7/73-78; Hûd 11/61-68). 19-20. âyetlerde bütün bu anlatılanlara rağmen Mekkeliler’in hâlâ inkâr içinde oldukları ve Kur’an’ın onlara yönelik uyarı dolu açıklamalarına aldırış etmedikleri için Firavun ve Semûd kavimlerinin başına gelen felâketlerin veya benzeri ağır sonuçların putperest Araplar için ve genel olarak başka zamanlarda başka inkârcı ve zalimler için de söz konusu olabileceği uyarısında bulunulmaktadır.

Burûc Suresi - 21-22 . Ayet Tefsiri

İnkârcıların “O, sihirdir, beşer sözüdür, öncekilerin efsaneleridir” gibi asılsız iddialarla inkâr ettikleri Kur’an’ın –onların bu tür iddialarının aksine– levh-i mahfûzda korunmuş Allah kelâmı ve şanı yüce Kur’an olduğu vurgulanmıştır.
Sözlük anlamı “korunan levha” olan levh-i mahfûz terimi hakkında müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: a) Bütün nesne ve olaylara ilişkin ilâhî ilim ve takdirin kayıtlı bulunduğu, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir kitaptır (Râzî, XXXI, 125; Kurtubî, XIX, 299; Elmalılı, VIII, 5696). b) Yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytanlara ulaşmaları yasaklanan bir levhadır (Zemahşerî, IV, 240). c) Kur’an’ın levh-i mahfûzda olduğunun belirtilmesi, onun hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her dönemde bütün keyfî ilavelerden, çıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden korunacağını ifade eder. Nitekim Kur’an başından günümüze kadar, bunun için hem ezberlenerek hem de yazılarak korunmuş olup, kıyamete kadar da korunacağında kuşku yoktur (bk. Esed, III, 1255; bu konuda daha geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Levh-i Mahfûz”, DİA, XXVII, 151).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5

Bu haberler de ilginizi çekebilir