İstanbulun İşgali: 31 Mart Vak`ası
Siyasi tarihimizin en muamma olaylarından biri olan 31 Mart Vakasının etkileri günümüze kadar gelmiştir. Siyasi literatürümüze İrtica diye bir tabir kazandıran olay, günümüzde bile bazılarında irtica paranoyası oluşturmuş bulunmaktadır. Aslında olayın kimler tarafından organize edildiği halen tam olarak bilinmemektedir.
Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma
31 MART MUAMMASI
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ismi 31 Mart Vak’ası olan bir olayı Nisan ayında işlememizin nedeni, Rumi ve Miladi takvimlere göre olayın tarihinin değişmesidir. Rumi takvime göre 31 Mart’ta meydana gelen olay, miladi takvime göre 13 Nisan gününe denk gelmektedir. Onun için biz de nisan ayı içinde olayı yazmayı uygun gördük.
Konuya geçmeden önce 13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) tarihinde meydana gelen hadiseyi özetlemekte fayda var.
OLAYIN NEDENLERİ
Bilindiği üzere Osmanlı’nın son demlerinde bir kısım bürokrat ve askerler arasında Batılılaşma fikri bir hayli revaçtaydı. Tanzimat Fermanı ile başlayan süreç, bir kesimde Batı’ya hayranlık derecesine vardı. İttihat ve Terakki’yi gizli bir cemiyet olarak doğuran gidişat, aslında bugünkü Cumhuriyetin genlerinin oluşturulduğu yıllardır. İttihat ve Terakki zamanla güçlenmiş ve artık hükümet edecek düzeye gelmişti. Buna rağmen II. Meşrutiyetin ilanından sonra hükümet kurmamışlardı. Hükümetlere dışarıdan etkide bulunarak hükümet içinde hükümet gibi davranmak istemiş ve bu şekilde idareyi yönlendirmeyi tercih etmişlerdi. Aynı bugün hükümetleri dışarıdan yönlendirerek ipleri ellerinde bulundurmak istemeleri gibi...
Bu durum kendilerine karşı muhalif hareketlerin doğmasına neden oldu. Basında da aleyhte yazılar yazılmaya başlandı. Özellikle Volkan Gazetesi’nden Derviş Vahdeti’nin aleyhte yazıları toplumda belirli bir tepkinin oluşmasına neden oldu. İttihat ve Terakki’nin eleştirilere karşı tahammülsüzlüğü ve tenkitçileri vatan haini ilan edecek kadar ileri gitmesi işleri daha da çıkılmaz hale getirdi.
Cumhuriyeti kuracak kadroların içinde yetiştiği İttihat ve Terakki’nin özellikle askeriye kolu İslamiyet’e karşı lakayt davranmaktaydı. Toplum onları namazsız, abdestsiz olarak tanımaktaydı. Özellikle Rumeli’nde toplanan İttihatçıları, Anadolu halkları endişe ile izliyorlardı. Şeriatın kaldırılacağı endişelerini “Din elden gidiyor, kadınlar artık peçesiz geziyor” şeklinde dile getiriyorlardı. O gün kadınların peçesiz dolaşması tepkilere neden oluyordu. Bu da bize Batıcı güruhun aheste aheste kadınlarımızı ne hale getirdiğini göstermektedir. Onların o endişelerinde ne kadar haklı olduklarını biz bugün kadınların peçesiz değil de plajlarda üstsüz dolaşmalarından anlıyoruz.
İttihatçılar memur kadrolarına el atmış ve her tarafa kendi yandaşlarını doldurmaya çalışıyorlardı. Bugünkü anlamda kadrolaşmaktan başka bir şey değildi bu. Aynı durum askeriyede de devam ediyordu. Çünkü genellikle mekteplilerden oluşan İttihatçılar, ordu içinde geleneksel olarak yetişen alaylıları tasfiye ediyorlardı. Sadece Birinci Ordu’dan atılan alaylı sayısı 1400 kişiydi. Bu şekilde işini kaybeden bürokrat ve askerler haliyle İttihatçılara karşı tepkiliydiler.
Ayrıca işin II. Abdülhamit cephesi var. II. Abdülhamit, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesine izin vermemiş ve siyonistlerin birinci hedefi haline gelmişti. siyonistler bu hedeflerini gerçekleştirmek için ülke içinde istifade edebilecekleri herkesten yararlanmaya çalışmışlardır. Onlar açısından acilen II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi gerekiyordu. 31 Mart olayından sonra II. Abdülhamit’in tahttan indirilmiş olması bu açıdan epey dikkat çekicidir.
İSYANIN BAŞLAMASI
Biriken tepkilerin açığa çıkmasını sağlayan olay ise Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü’nde suikast sonucu öldürülmesi ve cinayetten İttihat ve Terakki’nin sorumlu tutulması olmuştur. Görgü tanıkları cinayeti işleyenin subay pelerinli olduğunu söylüyorlardı. Bütün şüpheler İttihat ve Terakki’nin üzerinde toplanmıştı.
Siyasi, ekonomik ve sosyal meselelerin biriktirdiği tepki, Hasan Fehmi cinayetiyle patlak vermiş ve İstanbul’da Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) askeri bir isyan başlamıştı. Burada çok ilginç bir durum var. İsyanı başlatan Taşkışla’daki 4. Avcı Taburu askerleri, özellikle Selanik’ten olmak üzere Balkanlar’dan gelmiş bulunan askerlerdi. Ayrıca isyanı bastıran Harekât Ordusu da Selanik’ten gelecekti.
İsyancılar Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar. Hamdi Çavuş, diğer çavuş ve onbaşıların komutasındaki erler Adliye Nazırı Nazım Paşa’yı; İttihatçı Ahmed Rıza da aynı şekilde Mebus Emir Şekib Arslan’ı gazeteci Hüseyin Cahid sanarak öldürdüler. Bu da ayrıca dikkat çekicidir. Hükümetin, Mebusan Meclisi Reisi Ahmet Rıza’nın ve diğer bazı İttihatçıların istifasını istiyorlardı. Bir de kendilerinin suçlu görülmeyip affedilmelerini de bekliyorlardı. Bunun üzerine hükümet istifa etmiş, Tevfik Paşa yeni kabineyi kurmakla görevlendirilmişti. Ayrıca Harbiye Nezaretine Ethem Paşa getirilmişti.
İSYANIN BASTIRILMASI
İsyan İttihat ve Terakki’nin güçlü olduğu Selanik’te endişe ile karşılandı. Hatta burada büyük bir miting tertip edildi. Ayrıca Serez ve Makedonya’da isyana tepki vardı. İsyanı bastırmak için gönüllü bir ordu oluşturuldu. Adına Harekât veya Hürriyet Ordusu dendi. İçinde Müslüman olmayan unsurlar vardı. Bu ordunun İstanbul’a gelmesiyle daha büyük olayların patlak vereceği endişesini taşıyan yetkililer, Selanik ve Kosova’ya telgraflar çekerek her şeyin kontrol altında bulunduğunu söylüyorlardı. Ama Harekât Ordusu İstanbul’u hedefine koymuştu.
Ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı ise Mustafa Kemal’di. Bu harekette öncü komutanları olarak Binbaşı Fethi (Okyar) Bey, Binbaşı Enver (Paşa) Bey, Binbaşı Ali Hikmet (Ayırdan) Bey ve Binbaşı Muhtar (Şehit) Bey görev almışlardı. Ayrıca Hafız Hakkı Bey, İkinci Ordu’dan İsmet (İnönü) Bey ve Kâzım (Karabekir) Bey gibi genç subaylar da bazı birlikleri komuta ediyorlardı. Bu şahıslardan bazılarının daha sonra Cumhuriyetin kurucuları arasında yer almaları Harekât Ordusunun yapısı hakkında bir bilgi veriyor sanırım.
Rumeli’deki halk teskin edilmeye çalışılmış ve bu arada Harekât Ordusu İstanbul’a gelmiştir. Eğer İstanbul’daki yetkililer mukavemet kararı alsalardı çok vahim bir durum ortaya çıkabilirdi. Gelen ordu İstanbul’da hâkimiyeti ele geçirdikten sonra Yıldız Sarayı’nı abluka altına aldı. Harekât Ordusuna müdahale fikrinde olan I. Ordu Komutanı Nazım Paşa, durumu Sultan II. Abdülhamit’e bildirmişse de Sultan “Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmam” diyerek çatışma çıkmasını engellemiştir. Bu anlayışı gösteren Sultan’a ne yazık ki aynı anlayış gösterilmemiş ve Saray yağmalanmıştı.
İsyanın bastırılmasından sonra İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilip Divan-ı Harbi Örfi kuruldu. İsyancılar yargılanmaya başlandı. Bu yargılamalar sonucunda 70 kişi idama, 420 kişi müebbet ve 6 aydan başlayan çeşitli hapis cezalarına, yüzlerce kişi de süresiz sürgün cezalarına çarptırıldılar. İdama mahkûm edilenlerin cezaları Beyazıt ve Ayasofya Meydanları olmak üzere Köprübaşı ve Kasımpaşa’da kurulan darağaçlarında infaz edildi. Olayları çıkaran Avcı Taburları ile Hassa Ordusu mensupları angarya işlerde çalıştırılmak üzere Rumeli’ye gönderilmişlerdir. II. Abdülhamit’in mallarına el konularak tahttan indirilmiş ve sürgüne yollanmıştır.
EN MUAMMA SORU: İSYANI KİM ÇIKARTTI?
Tabi bu isyanı kimin çıkarttığı hususu bugün bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Bununla ilgili birkaç görüş ortaya atılabilir. Bunlardan birincisi İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’yı götürmek istediği noktadan endişe duyan Müslüman ahali bu gidişat karşısında bir şey yapılamaması üzerine isyanı başlatmış olabilir. Ancak buna dair önemli bir kanıt yok. Çünkü ülkede hali hazırda Şeriat vardı ve Halife işbaşındaydı. Müslüman’a yakışan ise Halife’ye itaat etmekti. Zaten Üstad Bediüzzaman’ın ilkin isyancıları desteklediği ve daha sonra iyi niyetlerinden kuşku duyup ayrıldığı ve onlara, itaati tavsiye ettiği iddiaları bu görüşü destekler niteliktedir. Fakat durum iyi niyetli Müslüman ahali tarafından başlatılmışsa da görünen o ki birçok kötü niyetli insanlar duruma hâkim olmuş ve isyanı İslam’a zarar verebilecek hale getirmişlerdir.
İsyanın bizzat II. Abdülhamit tarafından çıkartıldığı görüşü de var. Böylece İttihat ve Terakki’nin sağlayamadığı disiplini sağlayarak güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktı. Ancak Harekât Ordusu’nun gelmesi ile planları alt üst olmuştu. Ancak burada şöyle bir sorun var. Zaten iktidar boşluğu görünen ülkedeki Padişah ülkeyi neden sonu belirsiz bir maceraya atsın. Bir de olaydan sonra kendisi yargılanıp olayla bir ilgisinin olup olmadığının ortaya çıkmasını istediği halde onu tahttan indirenlerin bu yargılamayı yapmak istememeleri göz önüne alınacak olursa olayın Sultan ile bir alakasının olmadığı ortaya çıkıyor. Nitekim tarihçilerin geneli II. Abdülhamit’in bu olayla bir alakasının olmadığı yönünde görüş belirtiyorlar.
Olayın baştan beri İttihat ve Terakki tarafından tezgâhlandığı görüşü mevcut görüşler arasında en akla yatkın olanıdır. Çünkü İttihatçılar II. Abdülhamit’i hedeflerine oturtmuş ve tahttan indirmek emelindeydiler. Ancak bunun için kuvvetli bir dayanak noktaları olması gerekiyordu. Özellikle yahudiler olmak üzere birçok batılı ülke hasta adam dedikleri Osmanlı’nın ömrünü uzattığı şeklinde görüş belirttikleri II. Abdülhamit’ten kurtulmak istiyorlardı. Amaçta birleşen İttihatçılar ve dış güçler aynı emel için anlaşabilecek kıvamdaydılar. Bu minval üzere İngiliz Gizli Servisinin çalışmaları mevcuttur. Zaten Harekât Ordusu’nu tebrik ve takdir edenlerin başında bu gibi Batı’lı ülkeler olmuştur.
Bir de isyanı çıkaran Taşkışla’daki 4. Avcı Taburu Balkanlardan gelmişti. İttihatçıların en güçlü olduğu yerler başta Selanik olmak üzere Rumeli idi. Yukarıda değindiğimiz gibi isyanı bastıran Harekât Ordusu da yine Balkanlardan İstanbul’a getirilince insan, ister istemez isyanı başlatan onlar, bastıranlar da yine onlar fikrine kapılıyor. İstanbul’daki yetkililer her ne kadar Harekât Ordusu komutanlarına her şey kontrol altında diye telgraflar çektiyseler de İstanbul’u, Müslim ve gayr-i müslimlerden müteşekkil bu ordunun işgalinden kurtaramamışlardı.
İsyancılar İttihatçı zan ederek birilerini öldürdüyse de tarihin garip cilvesine bakın ki bunlar yanlışlıkla başkaları çıkmıştır. Padişah’ı kurtarmak amacıyla yola çıkan ordu, bu kez kendi elleriyle Padişah’ı tahttan indirmiştir. Ülkede terör estirip bir sürü masum insanın canına kıydılar. II. Abdülhamit isteseydi mukavemet gösterelim diyenlere emir verir ve ülkede iç savaş çıkartabilirdi. Bu durumda kan gövdeyi götürürdü.
Ortada bir eylem var. Bu eylemden en çok kim kârlıçıktı diye bir soru sorularak sonuca varılmak istense sorumlu olarak karşımıza İttihat ve Terakki Cemiyeti çıkacaktır.