Ziyad Muheymen (1)
Gökyüzü bu akşam ne kadar da güzel, diye mırıldandı. Gecenin gerdanlığına dizilmiş sarı boncuklar, ayın göz kamaştıran halesi doyumsuz bir manzaraydı. Düşünmek ve İlahi kudrete teslim olmak isteyen bir gönül için hayranlık doluydu, bu gece her yer.
Ziyad Muheymen, evinin balkonundan semanın enginliğine daldığı esnada bunları düşünüyordu. Evi Mahzun Gazze’nin kenar bir mahallesindeydi. Siyonist işgalin ivme kazandığı bir akşam vakti annesi bu evde onu doğurmuştu. Zulüm ve sürgün onu erken büyütmüştü. Çocukça oyunlara özlem bir yaşta Davud misali sapan sallardı, ölüm kusan tanklara. Onu iman aşkı ve Allah yolunda cihad sevdası büyütmüştü.
Gecenin bu albenisi pek hoşuna gitmemişti. Ayın gece karanlığına bir nur çerağı olduğu, yıldızların adeta göz kırptığı böylesi vakitleri severdi. Nedense yüreğine çöken bir ağırlık, ertesi gün için bir sıkıntı habercisi gibiydi. Az önce sahur sofrasına oturmuştu. Amansız ambargonun etkisi sahur sofrasında kendisini belli ediyordu: Birkaç parça kuru ekmek, biraz öteberi…
Her Muharrem ayında oruç tutardı, gücü yettiğince. Muharrem bir başkaydı, müminler için. Birçok peygamber, bu mübarek ayda sıkıntıdan feraha ulaşmış değil miydi? Hz. Hüseyin, zillettense izzetli ölümü, Yezid tabiatlılara asla boyun eğilmeyeceğini şahadetiyle bir kıyam geleneği olarak miras bırakmamış mıydı?
Onlar da lanetli zihniyete asla teslim bayrağı çekmeyecekti. Hile ve entrikanın en alasını düzen İsrail rejimi, Allah’ın hesabından gafildi. Zaten zalimleri nice kez helake götüren ve Cehennem ateşiyle müjdeleyen onların yeryüzünde şımarıkça büyüklenmesiydi. “Zulmedenler, yakın zamanda nasıl bir devrilişle devrileceklerini göreceklerdir.” Ayeti bir huzur oldu, hüzünlü gönlüne. Hem müminler, İlahi sorumluluğu taşıma ahdini elest bezminde vermemiş miydi Allah’a? Allah, bizlerin hamisi iken, nusreti bir yağmur misali bize diriliş bereketi sunarken, can ve mallar cennet bedel Allah’a satılmışken gam ve tasa olmazdı!
Bakışları tekrar göğün sonsuz ufkuna kaydı. Yarının bir şeyler getireceği muhakkaktı. Zihninden kalbine yayılan kötü beklenti hissini bir tarafa bıraktı. İçeri sessizce süzüldü. Bir süre önce Hamas’ın polis okuluna yazılmış. Yoğun bir eğitim dönemi yarınki mezuniyet töreniyle tatlı bir hazza dönüşecekti. Sabah daha zinde olmalıydı. Sabah ezanının ruhu dirilten ahenginin ardından İlahi huzura huşuyla yöneldi. Namazın akabinde kulun ehemmiyetini daha da artıran duayla arş kapılarını arz niyazıyla çaldı…
Güneşli bir güne uyanmıştı, Ziyad’la birlikte tüm Gazze. Sokaklar cıvıl cıvıldı. Çocuklar, neşeyle okullarına gidiyordu. Sanki aylardır ambargo altında olan, elektriksiz ve susuz kalan, yiyecekleri tükenen, ilaçsızlığa rağmen hastalıkla baş eden bu insanlar değil! Bunları böyle dinç ve zinde kılan neydi? Sorusuna ancak şu cevap yeterdi: Allah’a iman ve tevekkül.
Sokakları düşünce gel git’i içinde aşarak Hamas Polis Merkezi (Eş-şurtat’ul Hamas)’ne vardı. Okul bahçesi dopdoluydu. Mezuniyet hazırlığı yapan gençler, yetkililer, davetliler… Tatlı ve heyecanlı bir hazırlık göze çarpıyordu. Yüzlerce iman askeri cihad safındaki yerini almaya hazırdı. Mezuniyet töreni de bu yiğit erlerin yetkinliğini ortaya koymaktaydı. İslami bir ezgi, kulaklara bir ses ziyafeti sunarken diller, eşlik ediyordu:
Gazze ey şehid Gazze’miz
Ey direnişe katık şehrimiz
Allah’a sevdalı yüreğimiz
Bu yiğitler, senin içindir…
Herkes tören alanına doğru ilerledi. Diplomalar dağıtılmadan önce okul müdürü Sıyyam Maksudi konuşmak üzere kürsüye geldi. Davetliler pür dikkat ona yöneldi:
— Allah’ın selamıyla sizi selamlarım. Ey Filistin’in bahadırları! Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Böylesi bir vesileyle bizleri bir araya getiren Allah’a hamd olsun. Malumunuz, şu çelik yürekli, pazusu öpülesi gençlerin mezuniyetidir bizi buraya toplayan sebep. Yüce Allah, cihad için hazırlıklı olmamızı ferman buyurur. Âdem(a.s)’den beri hız kesmeyen hak- batıl savaşının bir cephesi de Filistin’imizdir. Bu topraklar mukaddes mekânlara haizdir. İlk kıblemiz, mahzun mabedimiz, esir Aksa’mız bu topraklardadır. Bugün cani İsrail, hiçbir hak ölçüsü tanımamaktadır. Vakti zamanında Musa(a.s)’ya isyan, İlahi nimetlere nankörlük eden, peygamberleri dahi katletmekten çekinmeyen, nihayetinde İsa(a.s) ve Davud(a.s)’ın diliyle lanetlenen bu anlayış iyice haddi aşmıştır. Ateşkes aldatmasıyla pısırık dünya halklarının gözüne baka baka kirli ve zalimane bir ambargoyu şiddetle sürdürmektedir. Buna şaşırmayalım. İman davasını yok etme çabasına sahip bir zihniyetten farklı beklenti yanlış ve abes olur. Yüce Kuran’ımız “ O(nlar) yeryüzüne hâkim olunca ekinleri talan, nesilleri yok ederler.” derken fitne ve fesatla beslenenlerin gerçek çehresini basiretli bakışlara sunar. Başka bir ayette: “Biz istiyoruz ki o yerde zayıflatılanlara lütfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.” buyurmakla da iman davasını aşkla, sabırla, direnmekle yüceltenlerin nihayetinde kazanacağını müjdelemektedir. Hem şu an “ Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” Mantığı içinde tepki geliştiren Olmert’in büyük bir saldırı hazırlığı haberleri bilgimiz dâhilindedir. Böylesi bir anda sizi bu haberle üzmek istemem; ama işin doğrusu da budur. Bu sebeple ümidinizi koruyun, kararlılığınızı artırın ve hazırlıklı olun… Konuşmasını ikindi ezanıyla tamamladı, okul müdürü Maksudi:
— İnşallah bu yiğit kardeşlerimiz askeri safları daha da güçlendirecektir. Allah(c.c) çabamızı, gayretimizi boşa çıkarmasın! Halkımıza yardımını yağdırsın! İkiyüzlülerin ve ihaneti azık edinenlerin şerrinden bizi korusun! Ümmetin gafletini gidersin, kardeşlik şuuruyla tüm Müslümanları Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu için harekete geçirsin! Can evlatlarım! Sizin de mezuniyetiniz mübarek olsun!
İkindi namazını müteakip İsrail uçaklarının sorti üzerine sorti yapması ortalığı bir telaşa sürükledi. Aslında belli olan bir niyet belirsizlik girdabında boğazları düğümlüyor. İnsanlar, korku ve panik içindeydi. Arada bazı mücahitler, halka güven telkin ediyor. Allah’a dayanmalarını ve dualarını artırmalarını öğütlüyordu. Ziyad Muheymen, Said Merzuki ve Muhammed Bedran mezuniyetin sevincini iftar vaktinde Allah’a şükür haliyle yaşama arzusuyla bir araya geldiler. Uçakların alçak uçuşları onların da dikkatinden kaçmadı. Her zamanki bıktırma taktikleri sanısıyla konunun üzerinde fazlaca durmadılar. Said, Ziyad’a:
— Ziyad Kardeş, hadi bize yiyecek bir şeyler ayarla. İftar vakti yaklaştı. Gerçi bir şeyler bulacağını sanmıyorum, bu ambargo ortasında. Sen yine de bir etrafı kolaçan et! Olmazsa su ile açarız iftarımızı.
— Peki, Said Kardeş!
Okul bahçesinden çıkınca bu arkadaşlarını son görüşü olacaktı. O ise bunu henüz bilmiyordu. Üniformasına hayranlıkla baktı. Sanki şahadet elbisesi giymiş gibi heyecanlandı. Yahya Ayyaş, A. Aziz Rantisi, Ahmed Yasin… Ah, ne özlemişti Filistin’in bahadır şehitlerini! O da bu mertebeye ulaşıp onlarla yeşil kuşun kursağında hasret giderecek miydi? Dükkânlardan birinde biraz öteberi almış, okula yönelmişti ki yeri göğü sarsan patlamalarla kendini yerde buldu. Bu ne sesti, diye düşünürken yeni bir patlama onu az öteye fırlattı. Bağırmalar, feryatlar, cesetler… Birbirine karışmıştı. Ha gayret! Diyerek okula doğru koştu. Gördüğü manzara kanını dondurdu, damağı kurudu, yutkunamadı. Ortalık bir savaş alanına dönmüş, okul yerle bir olmuştu. Onlarca ceset, nice yaralı… Öte tarafta zulme şahitliği belgeleyen bir Müslüman son nefesini vermeden kelime-i şahadeti tekrarlıyordu. Said ve Muhammed de şehitler kervanına katılmıştı. Elindeki yiyecek düşüverdi Ziyad’ın. Kardeşleri oruçlarını şahadet şerbetiyle açarken o iftarını açmayı reddetti.
…
(1) Yaşanmış bir olaydan esinle kurgulanmış bu hikaye Gazze Kuşatması`nın sene-i devriyesi hatırasıdır.
İbrahim Dağılma / İnzar Dergisi Mart 2011