Model Olmak Zorundadır Her Müslüman
İnsan, yaratılmışların içinde en azizi, en şereflisi ve en değerlisi...
Aklın kapasitesini zorlayan bir büyüklüğe sahip koca kâinat içinde bir zerredir insan ve koca kâinat bu zerreye hizmetkâr... İnsan, güzellik ve çirkinliğin, madde ve mananın, yükseliş ve alçalışın arasında bir o yana bir bu yana gidip gelen varlık… İnsan, cennet ve cehennem yolculuğunda irade ve karar verme hakkına sahip istisnai bir yaratık… Ve insan, Yüce Yaratıcı tarafından, yeryüzündeki hilafet makamına getirildiği halde çoğu kez nefsine esir, şeytana köle, Rahman’a asi…
Evet, çok iyi bildiğimizi, çok iyi tanıdığımızı, çok iyi anladığımızı sandığımız kendi cinsimiz olan insandan bahsediyoruz ne yazık ki. O insan ki, müstesna bir makam ve üstün bir konuma yükseltilmişti yüce Allah (cc) tarafından. O insan ki, Rabbimizin sonsuz şefkat ve merhametine rağmen tercihini günah ve isyan bataklığında çırpınmaktan yana kullanmaktadır çoğu zaman. Ve yine o insan ki, her azdığında, isyan ve dalaleti tercih edip her söz dinlemez duruma geldiğinde, hak yoldan ayrılıp batıl yollara her daldığında peygamberlerle uyarılmıştır aslına dönsün diye yeniden. Ama insanların çoğu Allah (cc)’a isyan etmeyi itaate, şeytanın cehenneme götüren eğri büğrü yolunu dosdoğru yola, şeytani bir hayat yaşamayı Rahmani bir yaşama ve şeytana ibadeti, Allah (cc)’a ibadete tercih etmiştir geçmişten günümüze değin.
İnsanlık, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle uygarlık alanında baş döndürücü bir hızla ilerlerken, manevi açıdan da büyük bir buhran yaşamaktadır günümüzün ışıltılı dünyasında. Geçmiş zamanlarda refah düzeyleri ve zenginlikleri arttıkça azgınlaşan kavimlerin düştüğü durumu nasıl da hatırlatmaktadır günümüz insanlığı. Kur`an-ı Kerim’de helak haberleri verilen kavimlerin yaptıkları tüm günahlar, düştükleri sefih yaşam, şirk, isyan, zulüm, azgınlık ve diğer tüm melanetler çok daha fazlasıyla yaşanmıyor mu bugün? Ve bugün Rabbimiz geçmiş kavimleri helak ettiği gibi gazaba gelmiyorsa, meleklerini gönderip yerin altını üstüne getirmiyorsa, azgınlaşan kulları bir suyla boğmuyorsa, rüzgârla helak etmiyor, çığlıkla yakalamıyor, üzerlerine taşlar yağdırmıyorsa eğer, Peygamberimizin hatırınadır yine de. Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu vesselam’dan sonra toplu helak kaldırılmıştır çünkü.
Tövbeye ve doğru yola çağırmak için artık bir peygamber gelmeyecektir insanlara. Ama yüce dinimiz İslam ve kutsal kitabımız Kur`an taptaze, capcanlı ve yaşanılır pratiğiyle kıyamete kadar merhem çalmaya devam edecektir insanlığın yaralarına. Sosyalizmin insanları devlet yapısına kul, köle ve esir eden mantığı ile kapitalizmin madde ve sermayeye köleliği insanlığın umutlarını tüketmiştir artık. İslam’dan başka denenmedik ideoloji, söylenmedik söz, tartışılmadık felsefe, sonu “izm” ile biten yaşanmadık bir sistem kalmadı insanlık ambarında. Tadılmadık bir zevk ve sefa, yaşanmadık bir haram ve günah, yapılmadık bir zulüm ve baskı, denenmedik bir dinsizlik ve ateizm türü kalmadı, ama ruhları tatmin edecek bir yol bulunamadı ne yazık ki insanlığın mutluluğu adına. Bedenlerin yeme içmesi, gönüllerin eğlenceye doyması, yaşantının alabildiğince özgür olması aç ruhlara etki etmiyor artık. Ruhlar, yani maneviyat doymak istiyor, susuzluğunu asıl kaynağından karşılamak istiyor, bir kâşif gibi huzur ve mutluluk ülkesini bulmak istiyor. Evet, bir arayış içinde insanlık, ama ne aradığını bilmeyecek kadar da kaybolup gitmiş koyu bir cahillik içinde.
Fıtrata dönmenin, yani insanın yaratılış mayasına konulan yüksek seciyelere, iyilik ve güzelliklere yönelmenin bundan daha iyi bir zamanı yoktur şimdi. Bundan daha iyi bir zamanı yoktur, çünkü insanlık yok oluşa doğru gidiyor büyük bir sürat ve tam yıkımla. Doymak nedir bilmeyen nefs, tatminsiz bir şehvet hissi, sefih bir yaşam, fıtrata yerleştirilen tüm güzel haslet ve özelliklerin esfel çukurunda can çekişmesi ve boyunlara geçirilen yularla şeytanın ardı sıra yürüyen zamanımız insanları, rahmet ile gazap arasında tercih yapmak için son şansını kullanacak mı acaba? Zaman, her geçen an ile birlikte tükeniyor ve tükenen zaman, alıp götürüyor tercih şansını. Şimdi bu son dönemeçte insanlık ya Allah (cc)’a kulluk yapacak ya da şu an yapmakta olduğu gibi şeytana. Ya rahmani bir yaşama dönecek ya da şu an yaşadığı şeytani hayatına devam edecek. Ya iyilik, güzellik, yüksek ahlak, erdem ve faziletle yeniden Ahsen-i takvim olacak ya da kötülük, çirkinlik sefih ahlak, rezillik ve alçaklıkla yerini seçecek esfel-i safilinde. Sonuç itibariyle tercih edilecek olan ya cennettir ya da cehennem.
Yapılacak seçim, iki yoldan birisini tercih etmektir aslında. Birisi Hz. Âdem’den Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu vesselama gelinceye kadar peygamberlerin tebliği ettikleri fıtrat dini olan İslam, diğeri de insanları cehenneme sürüklemek için ahdetmiş olan şeytanın göstermiş olduğu isyan, inkâr ve şirk yolu. Hangisinin daha kârlı bir yol olduğunu, insanlık tarihinin tozlu sayfaları arasında bütün açıklığıyla bulabilir arayan her insan. Bu kadar zahmete girip aramasına da gerek yoktur aslında, sadece bir göz atılsa yeterdir Allah (cc)’ın kitabına.
Yaşanan bu insanlık buhranından, isyan, inkâr ve şirk üzere kurulu yaşamdan helak olmadan kurtulmanın tek yolu, fıtrata dönmektir yeniden. Fıtratın en güzel ifadesini bulduğu İslam dini, yani İslami bir inanış ve yaşayış, dün olduğu gibi hem bugün hem de yarın tek kurtuluş formülüdür insanlık için. Susuzluktan yanıp kavrulan hangi ciğer Kur`an’ın gölgesi altında bir cennet serinliği ve huzuru yaşamamıştır?!. Rezil ve sefih bir yaşam içinde debelenip duran hangi insan, iman ve İslam hidayetiyle izzet ve şeref şahikalarında dolaşmamıştır?!. Ahlak ve yaşam olarak diplere düşmüş hangi topluluk İslam ile ahlak ve faziletin zirvelerine çıkmamıştır?!. Karanlıklar içinde yolunu kaybeden hangi millet, İslam nuruyla yolunu bulmamış, kurtuluş sahiline ulaşmamıştır?!. İslam’a sarılan hangi kavim, başlarındaki zalim yöneticileri, Nemrutları, Firavunları Allah (cc)’ın yardımıyla alaşağı etmemiş ve sonra da Allah (cc)’ın lütfu keremiyle yaşadıkları yerlerin önderliğine getirilmemiş, mirasçıları yapılmamıştır?!. Hakkı elinden alınan hangi mazlum, İslam adaletiyle hakkını alıncaya kadar güçlü, mazlumlara zulmeden hangi zalim, hakları iade edinceye kadar zayıf kılınmamıştır?!.
Bugün yeniden ve en güzel bir şekilde anlaşılmıştır ki, insanlık için kurtuluş yolu yoktur İslam’dan başka. Biz Müslümanlar; bu yüzden bozulan insanlığı yeniden asli kimliğine kovuşturmakla görevliyiz. Çünkü biz, Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu vesselamın bize bıraktığı Kur`an ve sünnet emanetini yaşama ve yaşatma iddiası ve arzusu içinde olanlarız bu asırda. İnsanların dönüp bakacağı, baktıkça da bir şeyler alabileceği vitrin gibi olmalıyız bu yüzden ahlak ve yaşantımızla. Aile hayatımız, komşuluk ilişkilerimiz, hal ve hareketlerimizle örnek olmalıyız toplum içinde. Bir Müslüman’ın nasıl olması gerektiğini, İslami bir şahsiyetin karakteristik özelliklerini yansıtan bir numune-i imtisal haline gelmeliyiz hem çevremizdeki Müslümanlara hem de İslam’dan habersiz olan tüm insanlara. Yaşadığımız İslam’ın güzelliğini göstermeliyiz bir hayat modeli arayan insanlığa. Ahlak, iffet, hayâ yoksunu rezil ve süfli bir yaşamdan başka bir şey bilmeyenlere, İslam’ın kazandırdığı izzet ve şerefi alnımızda bir iftihar mührü gibi taşıyarak göstermeliyiz İslam ile İslam dışı bir hayatın farkını. Günümüz dünyasının debdebe, ihtişam, zevk ve sefa üzerine kurulu yaşamdaki yapmacık gülücükler, neşe ve mutluluk görüntülerine karşın, İslami bir yaşamın bize doyasıya tattırdığı saadet ve mutluluğu örnek bir hayat modeli olarak sunmak zorundayız bu yüzden.
Evet, bizler Müslüman’ız ve Müslümanlık sadece isimden ibaret değildir elbette. Müslümanlık, Allah (cc)’ın dinini farz, vacip, sünnet, haram ve helal noktasında eksiksiz bir şekilde yaşamak, inanç, ibadet ve ahlak olarak Kur`an ve sünnete tam bir bağlılıkla model oluşturmaktır bir bakıma. Asr-ı saadet dediğimiz sahabe devri, böyle bir modelin insanlık sahnesine çıkışı değil miydi zaten?!. Ve şu anda bütün benliğimizle özlediğimiz o devrin gelecek nesillere örnekliği, Kur`an ve sünnetin potasında pişerek oluşmamış mıydı?!. Kur`an ve sünnet elimizde var oldukça böyle bir devrin yaşanması her zaman mümkündür demek ki. Bunu mümkün dairesine getirmek, Kur`an ve sünneti yaşama ve yaşatma iddiasında olan bir Müslümanların omuzlarına yüklenen ve kaçma şansımızın olmadığı bir görevdir bugün. O halde bugün dünden daha sıkı, yarın da bugünden daha fazla bağlanarak tüm benliğimizle yaşamalıyız fıtrat dini olan İslam’ı.
Dünyanın güç ve kuvvet dengesinin değiştiği, zalimlerin devrildiği, mazlumların güçlenmeye başladığı ve tarihin Müslümanların lehine yeniden yazıldığı bir çağa girdiğimizden kuşku yoktur bugün. Bu çağı İslam “…Böylece Biz, Allah’ın gerçek Müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bugünleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz…”(1) ilahi kanununun Müslümanlar lehine gerçekleşmesi, İslam baharının tüm cihana yayılması ve çağımızda yeni bir Asr-ı saadet oluşturma görevi, her birimizin omuzlarındadır bütün ağırlığıyla. Görevden kaçamayacağımıza göre, topyekûn bir İslam’a dönüş yaşatmalıyız önce kendi şahsımızda, sonra ailemizde, daha sonra da dalgalar misali yakın ve uzak çevremizde. Boşa geçireceğimiz her an, şeytan yeni oyunlar, hile desise ve tuzaklar kuracağı için görevi ifa etmenin gecikmeye tahammülü yoktur artık.
İslami ahlak ve yaşantısıyla toplumda örnek olan, Kur`an ve Sünneti en güzel bir şekilde yaşayıp yaşama görevini eksiksiz yerine getirenlerden olmak dua, dilek ve temennisiyle.
Naşit Tutar / İnzar Dergisi - Mayıs 2012
Kaynaklar: 1- Al-i İmran: 140