Bire bin kazandıran ticaret
Dilediğini alçaltıp, dilediğini yükselten, mülkün yegane sahibi, herkesin, her şeyin mutlak sahibi Allah`a hamd olsun. Ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz, Hz.Muhammed`e ve pak ehline binler salat ve selam olsun.
Bire bin kazandıran ticaret
Şüphesiz dünya zevk ve sefa diyarı değildir. İmtihan için yaratılan insanoğlu, bu uzun soluklu imtihan maratonunda, asıl gaye ve hedefinden sapmış, tabiri caizse dinlenmek için durduğu ağaç gölgesini kendine vatan bellemiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz.Adem (as)`le başlayan, üzerinde yaşadığımız dünya, berzah, mahşer ve cennet ya da cehennemle sonuçlanabilecek bu zorlu imtihan parkurunda, Allah Teala, insanları farklı farklı şeylerle imtihan etmiş, bu imtihandan da kimseyi muaf tutmamıştır. İnsanların en seçkinleri, Allah`ın elçileri olan peygamberler dahi bu imtihana tabi tutulmuşlardır.
İşte Allah`ın imtihan ettiği ve sabrının ondan sonra gelen tüm ümmetlere nümune-i imtisal olduğu bir Peygamber de Eyyub (as)`dır. Eyyub (as) pek çok yara bere içinde, hatta Risale-i Nurda da belirtildiği üzere vücûdunun her yerinden kurtlar çıktığı halde, bu hastalığın azim mükafatını düşünüp, şekva etmemiş. Ta ki kurtlar diline ve kalbine iliştiği ana kadar. O zaman şöyle münacatta bulunmuş: “Eyyûb da: Başıma bir bela geldi, (Sana sığındım) Sen merhametlilerin en merhametlisinin diye Rabbine nida etti.” (Enbiya:83) Eyyub (as)`ın bu münacatı sabırsızlığından, bu hastalığa tahammül edemeyişinden değil, bilakis Allah`ı layıkıyla şükretmesine engel teşkil ettiğindendir. Çünkü Allah`ı ubudiyetin makarrı olan kalbi ve O`nu hamd ile zikredeceği lisanına halel gelmişti. O ana kadar Allah`tan bir gün dahi şifa istememişti. Bazı rivayetlerde, hanımının: ‘Ey Eyyub, Sen Allah`ın peygamberisin, şüphesiz Allah, Peygamberinin duasını kabul eder, Allah`tan şifa iste` dediğinde, Eyyub (as), ‘Uzun yıllar Allah bana dünya nimetleri adına ne varsa ihsan etti. Şimdi birkaç senelik zorluk için mi ben Allah`tan şifa isteyeceğim? Hayır, güzellikler içinde geçirdiğim onca seneler kadar bu hastalıkta da geçirmedikçe Allah`tan şifa istemeyeceğim` şeklinde cevap vermiştir. Ayeti Kerimeden de anlaşılacağı üzere, Allah (cc) bu imtihanda sadece ona hastalık vermekle kalmamış, tüm malını almış ve çocuklarını öldürmüştür. Bu ihlasane yapılan münacattan sonra Allah (cc), Eyyüb (as)`ın duasını kabul etmiş, sağlığını, mallarını, çocuklarını Ona geri vermiştir. Eyyub(as)`a ayağını yere vurmasını ve ayağının altından çıkan suyla yıkanmasını emretmiş, yıkandığı su hastalıklarını alıp götürmüştür. “(Biz ona): Ayağını yere vur! İşte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su, dedik.” (Sad: 42) “Biz de onun duasını kabul ettik de başına gelenleri kaldırdık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere, ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha verdik.” (Enbiya: 84)
Bu gün Eyyüb (as)`ın bu münacatına o hazretten binlerce kat daha muhtacız. Çünkü zahiri yara ve berelerimiz kısacık dünya hayatını tehdit ederken, günahlardan mütevellid meydana çıkan batini yara ve bereler ukba hayatımızı tehdit ediyor. Ve bu günahlardan neşet eden vesveseler, imanın ve marifetullahın makarrı olan manevi kalbimize bir kurt değil, belki manevi bir yılan hükmüne geçip, onu ısırmaktadır. Çünkü işlenen her günah manevi kalbimizde kara bir leke meydana getirir. Taki kalp kararana kadar. “Kazandıkları günahlar, kalplerini kaplayıp karartmıştır.” (Mutaffifin:14) Çünkü en büyük hastalık iman hastalığıdır. Dünyadaki en ağır hastalıklar dahi, bu kısacık dünya hayatını bitirmekten öteye geçmez. Kalbi hastalıklar ise, yüz bin defa ölmenin dahi onun yanında çok hafif kalacağı ebedi yaşantımızı bitirecektir. Zaten Allah`ın vücudumuza verdiği hastalıklar, başımıza getirdiği bela ve musibetlerin tamamı aslında dikkatimizi bu büyük hastalığa çekmek için değil midir? Koyunlarını güden bir çobanın, başkasının tarlasına girip, ona zarar veren hayvanını ordan uzaklaştırması için attığı taşlar gibi Allah Sübhanehu ve Teala hazretleri de bize attığı manevi taşlar hükmünde olan bu hastalıklar ve musibetlerle de bizi daha büyük hastalık olan manevi hastalıklara karşı uyarıyor. Ki çoğu zaman Allah`ın bu rahmet tokatları, bu amacına ulaşıyor.
Nitekim hasta olan, bir musibete müptela olan insanın daima Allah`ı hatırlaması ve O`na şükretmesi bu kabildendir. Gerçi isyan da etse Allah`ın mülkünden bir şey eksilmez ya. Çünkü mülk Allah`ındır. Ve mülkünde dilediği tasarrufta bulunabilir. Bir takım elbiseye sahip olmak için terzinin yaptığı provalara göre bize biçeceği, keseceği ve dikeceği elbiseyi ölçülerimize göre olması halinde ustaya karşı hiçbir tenkit ve tezyife hakkımız olmadığı halde giyeceğimiz gibi, tüm vücut elbisemizin sahibi olan ve bize giydirilen bu vücut elbisesinde dilediği kesim ve biçim işlerini yapan, bize bela ve musibet veren Allah`a karşı da bizim itiraz etmeye hakkımız yoktur. Allah (cc) bu hastalıklarla bizi uyarmak gayesi güttüğü gibi, bu hastalıklarla azim mükafatlara vasıl olmamızı da amaç ediniyor. İbadetler iki türlüdür: Biri, bizim bildiğimiz müsbet ibadetlerdir ki, namaz ve oruç bu kabildendir, diğeri de menfi ibadetlerdir ki, musibetzedenin aczini anlayıp, Allah`a yalvarıp yakarmasıyla, şükretmesi, hamd etmesiyle yaptığı ibadettir. Menfi ibadet dediğimiz ibadetlerin bir saati, bazen de bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçebilir. Bire bin küsur kâr veren başka bir ticaret var mı? İşte bela ve musibetlerin bu azim mükafatını umarak sabreden kula Allah böylesi mükafatlar ihsan ediyor. Rabbim bizleri de onlardan eylesin inşallah.
Mü`min kula verilen bela ve musibetlerin çokluğu kulun Allah tarafından sevildiğinin alametidir. Bir hocam, şaka yollu bana demişti ki, Allah`ın dostluğu kullarınkinden farklıdır. İnsanlar sevdikleri dostlarına ikramda bulunurlar, Allah ise sevdiğine bela ve musibetler yağdırır. Allah (cc)`ın insanlar içinde en çok sevdiği kişiler olan Peygamberlere en büyük musibet ve belaları vermesi bunun en açık kanıtıdır. Nitekim İbrahim (as)`a “Halil`` yani dostum demiş ve bu çok sevdiği dostunu, oğlunu boğazlamak gibi, insanın düşünürken dahi tüylerinin diken diken olduğu böylesi ağır bir imtihana tabi tutmuştur. Allah (cc) böylesi seçkin kullarını imtihan ederken, başlarına hiçbir bela ve musibet gelmeden cennete gireceğini zanneden zavallılara ne demeli? Peki ya en ufak bir bela ve musibette, kıyametleri koparanlar, ‘bu belaları, hakkedecek ne yaptık`, deyip isyan edenler. Eyyub (as) gibi Allah`ın seçkin kulu ve peygamberi olan bir zat-ı muhteremin Allah`tan şifa istemekten dahi haya ettiğini düşünüp, bu sözün ne kadar anlamsız olduğunu idrak etmeleri gerekmez mi?
Şüphesiz Allah (cc)`ın Kur`an-ı Kerimde anlattığı bu ve benzeri kıssalar zorlu imtihan maratonunda bize yol gösterecek, imtihanımızdan başarıyla geçmemizi sağlamaya yarayacak ipuçları veren en güzel misallerdir. Rabbim cümlemizi bela ve musibetler karşısında Allah (cc)`ın: “Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: Biz Allah`a aidiz ve sonunda O`na döneceğiz, derler. İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır” (Bakara: 156-157) dediği kullar zümresine ilhak eylesin. Amin!
Kaynak, İnzar Dergisi, Mücahid Haksever