Düğünlerde mahremiyet ne kadar korunabiliyor?
DÜĞÜNLERDE MAHREMİYETLERİN KORUNMASI
Kadını ve erkeği yaradan yüce Rabbimiz, iki cinsin de meyillerini, heveslerini, kuvvetli ve zayıf taraflarını en iyi bilendir. Onun içindir ki; onları bu doğrultuda yönlendirmiş, mutlu ve huzurlu bir yaşamın nizamını belirlemiştir. Bu nizam gereği kendi eşleri, mahremleri, akrabaları ve yabancılara karşı davranış, giyim ve diyalogunun ölçüsünü belirlemiştir.
Yüce Rabbimiz Ahzab Suresi 52. ayette “Peygamber hanımlarından bir şey isteyeceğiniz vakit perde arkasından isteyiniz. Bu hem onların hem de sizin kalpleriniz açısından daha hayırlıdır.” buyuruyor. Bu ayette geçen hicap yani perde kelimesi aynı zamanda örtü, tesettür manasına geliyor. Hicap tek başına perde arkasında olmak da değildir, tek başına örtünmek de değildir. Hem örtünmek, hem de perde arkasında olmaktır. Yani mesafeli olmaktır. Bir kadının nikâhlı eşinin dışında, en yakınından en yabancı erkeğe kadar arasına belli başlı ölçülerde mesafe katmasıdır. Tabi kendi mahremleriyle, mahremi olmayanlar arasına katacağı mesafenin ölçüleri aynı değildir.
Allah-u Teâlâ, kadına mahremi olmayanlara karşı, sadece tesettürle mesafe belirlemesini yeterli bulmuyor. Aynı zamanda diyalogun, ses tonunun, yürüyüşün, davranışın, hatta bakışların da perdelenmesini, yani sınırlandırılmasını istiyor. Tabi bu sınırları, belli ölçülerde erkeklerin de mahremi olmayan kadınlara karşı belirlemesi isteniyor. Bakışları kaçırmak, gereksiz diyalogdan sakınmak, diyalogda ciddiyet, fiskos yapmamak, halvetten kaçınmak gibi…
Ayette de belirtildiği gibi kalpler ancak bu şekilde korunabilecektir. Kadın ve erkek, aynı çalışma ortamında ya da okulda bulunmak durumunda kalsa dahi Allah`ın belirlediği bu sınırlara dikkat ederlerse, birçok kötülüğün kapısı kapalı kalacaktır. Toplumun ruh ve akıl sağlığı, her ortamda ve şartta korunmuş olacak; insanoğlunun gücünü kıran, aklını, kalbi yetilerini dumura uğratan tahriklerin önüne geçilecektir.
İnsanın kalbi, bütün bedeni etkisi altına alan merkezi bir organdır. Allah Resulü (AS) “Vücutta bir et parçası vardır ki; o iyi olursa bütün vücut iyi olur.” buyuruyor. Kalbin, mahremi olmayanla meşgul olması; fahşa ve münker tohumlarının kalp toprağına serpilmesi gibidir. Tohum kalbe düşer, düşünce ve haller o tohumu sular, sulandıkça filizlenen duygular davranışlara, söylemlere ve hayata etki eder. Onun içindir ki; kadın ve erkek arasında sınırlar korunduğu oranda kalpler de korunmuş olacaktır.
Ne acı ki günümüzde mahrem olmayanlar arasındaki sınırlar, toplumun büyük bir kısmında kalktı, hayâ ve edep perdesi yırtıldı. Bu durum, gün geçtikçe ahlaki krizlerin artmasına sebep oldu. Müslümanların bir kısmında tesettür sadece giyime indirgendi, giyim ise dar ve gösterişli kıyafetlere… Tesettürlü olmanın gereği olan vakar, hayâ aranır oldu. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki; tesettürünü koruyanlar, mahremiyet sınırlarına dikkat edenler ve bunu nişanlarına, düğün törenlerine, eğlence şekillerine yansıtanlar garipseniyor, aşırı olmakla itham ediliyor.
Aslında modernizm rüzgârı estiğinde ağaçları kökten söker gibi İslami kavramları, İslami yaşantıyı hayattan söküp savurdu. Tabi bu rüzgâra direnebilenler ufak tefek yara alsalar da yerinde kaldılar. Rüzgâra teslim olmadılar. Teslim olanlarda ise ne ilke kaldı, ne de ölçü.
İslam`ı modern kavramların, modern anlayışın dar kalıpları içerisinde yaşamaya çalışma, verilen tavizlerin normalleşmesini doğurdu. Birçok Müslüman ‘çağa ayak uydurma` gayreti, belli kesimler tarafından dışlanma, ‘gerici` görünme korkusu yüzünden İslam`ın kendisine yasakladıklarını meşrulaştırma gayreti içine girdi. Modernizmle birlikte eski olanı, yani sahabenin, âlimlerin birikimlerini aslında İslam`ın köklerini hiçe sayma ve İslam`ın hükümlerine karşı akılcı yaklaşımlarda bulunma, salgın bir hastalık gibi birçok Müslüman`ın bünyesine yayıldı. Artık akılcı Müslümanlarda hayatın ölçülerini İslam değil, Modernizm belirliyor. İnanç eylemlere, diyaloglara, dostluklara, anlayışlara, beğenilere, tercihlere yön vermiyor. İslam, modern kavramlara, anlayışa ters düşmeyecek, çatışmayacak, onun çerçevesinde kalacak şekilde yaşanıyor.
Hâlbuki hayata bakış açısı kazandırmayan, yön vermeyen, tercihlerimizi etkilemeyen, beğenilerimizi şekillendirmeyen, diyalog ve dostluklarımızı, giyim ve kuşamımızı etkilemeyen bir inanç, insanın hayatının neresinde yer alıyor ki? Oysa hayatın tam merkezine o oturmalı, o şekillendirmeli, o yönlendirmeliydi. Emri o vermeli, bir şey yasaklanacaksa o yasaklamalıydı.
Geçenlerde Filistin davasına sahip çıkan bir ailenin düğün merasimlerine gittim. Çocuklarını evlendiriyorlardı. Otel kiralanmıştı. Masaların üzerinde ‘cocacola`lar vardı. Filistin davasına son derece duyarlı olan bir ailenin masaların başköşesini almış o içeceğe itiraz etmemesi beni derinden yaraladı. Masada İsrail`in bayrağını bulundurmak gibi bir durum… Düğün merasiminde çalınan müzikler, kadın-erkek arasında mahremiyet sınırların olmayışı, gelinin tüm güzelliğiyle ortamda olması, tamamen modernizmin galibiyetini gösteriyordu. Perdeler ortadan kalkmış ilkeli bir duruşun yerini ılımlı, itiraz yeteneğinden yoksun, gayet modern bir duruş almıştı. İnanç, İsrail nasıl istiyorsa, Amerika nasıl istiyorsa o kadar yer almıştı hayatta. Oradaki arkadaşlara sordum ‘bu ne hal` diye. ‘Artık böyle` dediler.
Aslında bu durumun en büyük nedeni; bana göre geçmişle, İslam`ın kökleriyle bağların sıkı tutulmayışıdır. Onun içindir ki Kur`an`ın mahremiyetler konusundaki mesajı koşullara göre izah ediliyor. Hâlbuki koşullar, şartlar Kur`an`ın mesajlarına göre yorumlanmalı, değerlendirilmelidir. Birileri Müslümanlara ölçü dayatırken; Müslümanlar Kur`an`ın, sünnetin ve sahabenin hayatından bugünün ölçülerini çıkartmalıdırlar.
Sahabenin mahremiyetler konusunda Kur`an ve sünnetten anladığı neydi? Tesettür ve mahremiyetler konusundaki tavırları nasıldı? Âlimler, bu konudaki ayet ve hadisleri nasıl tefsir ettiler? Bunca birikime sahip çıkılsaydı, tüm bunlar o döneme indirgenmeseydi bugün ölçülerde bir kayma belki de yaşanmayacaktı. Bunca yozlaşma, normalleşme Müslümanların arasında yaşanmayacaktı.
Yüce Rabbimiz “Eğer Allah`tan korkup sakınıyorsanız sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki; kalbinde hastalık bulunanlar ümide kapılmasın” (Ahzab / 32) buyuruyor. Kadının, ses tonu ile erkeklerle arasına perde çekmesi isteniyor. Bazıları diyecek ki ne perdesi? Perde işte! Sesi tok tutma, yumuşatmama, inceltmeme, ses tonuyla duvar örme, sınır çizme… Kadının sesinin erkekler üzerindeki etkisini bugün bilim bile ortaya çıkarmıştır. Onun içindir ki; toplumu bozmak, etkilemek, haramları meşrulaştırmak için kadın sesi kullanılıyor. Reklamda, pazarlamada, müzik sektöründe… Peki niye? İnsanları kadın sesi aracılığı ile cezp etmek, etki altına almak için. Kadının sesi de bedeni gibi latif ve zariftir. Nasıl ki bedenin zarifliğini, çizgilerini kaybedecek şekilde örtünmesi gerekiyorsa; sesteki inceliğin de örtünmesi gerekiyor.
Normal hayatın içerisinde, yabancı erkeklere karşı sesiyle dahi mesafeli olması gereken kadın, evlenirken de o süslendiği gelinlikle erkeklerin içerisine çıkamaz. Rabbi buna razı olmaz. Hayâ perdesini her daim her alanda kendisi ile beraber taşımalıdır. Kocasına açtığı o perdeyi başka erkeklere karşı açmamalıdır. Evlilik haramlardan sığınılan bir kaledir. Bu kaleye düğün merasimi ile sığınan eşler, düğün merasimlerini Allah`ın razı olacağı bir biçimde yapmalıdır. İlkeli bir duruş sergilemeli, kadın-erkek arasındaki mesafelerin korunabileceği bir ortam oluşturmalı, gelinin tesettürünün muhafazası sağlanmalıdır.Modern cahiliyenin ölçülerine karşı Kur`an`dan, sünnetten, sahabenin yaşantısından güç almalıdır. Unutulmamalıdır ki; modern sisteme karşı verilecek her taviz; onlarca bid`atın, hurafenin, haramın hayata girmesine neden olacaktır.
Kaynak, Nisanur Dergisi, Aynur Sülün