• DOLAR 34.333
  • EURO 36.363
  • ALTIN 2838.55
  • ...
Bir Alimin İstiğnası ve Bediüzzaman
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

İstiğnanın konumuzla alakalı anlamlarına ise, yazı içinde kendiliğinden ortaya çıkacağı için, ayrıca değinme gereği duymuyoruz. Şu kadarı hariç, öz anlamıyla istiğna, Cenab-ı Hakk’tan başka kimsenin minneti altına girmemek demektir.

Ali Ulvi Efendiye Göre Bediüzzaman’ın İstiğnası

Bediüzzaman’ın istiğnası demek bana göre İslam âliminin ve dolayısıyla İslam davetçisinin istiğnası demektir. Allah (cc) yolunda hizmet eden ve hizmet etmeyi gerçekten dert edinenin istiğnası demektir. Üstadın istiğna anlayışında bunları göreceğiz. Okuduğumuzda göreceğiz ki onun istiğnası Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selamın varisi her âlime ve hizmet ehli her davetçiye muazzam bir örnekliktedir.

Tarihçe-i Hayat’taki önsözünde konuyla ilgili merhum Ali Ulvi Kurucu şunları söyler: “(Üstad) Masivadan tam manasıyla istiğna ederek uzvi ve ruhi bütün varlığı ile Rabbü’l-Aleminin bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyad (alışkanlık) değil, adeta bir mezheb, meşreb ve meslek olarak kabul etmiştir ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hala devam etmektedir…”

Peki neden? Neden Bediüzzaman’ın istiğnası? Bu o kadar önemli midir ki biz şimdi zikrediyoruz?

Evet, hem de çok önemli…

Nedenlerine gelince, onu da bizzat Üstad’dan, Mektubat’ın İkinci Mektub’undan okuyacağız.

Üstad’a Göre İstiğnanın Sebepleri

“Eski Said minnet almazdı. Minnet altına girmektense ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde, kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu biçare kardeşine ırsiyet kalan şu hasleti ise tezehhüd ve sun’i bir istiğna değil, belki ‘dört-beş ciddi esbaba’ istinad eder.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer (ilmi maişet ve menfaatine alet) etmekle itham ediyorlar. Bunları fiilen tekzib (yalanlama) lazımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için Enbiya’ya ittiba etmekle mükellefiz. Kur`an-ı Hâkim’de hakkı neşredenler; “Benim mükâfatımı vermek ancak Allah’a aittir” (11:29 / 34:47) diyerek insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yasin’de “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tabi olun.” (36:21) cümlesi meselemiz hakkında çok manidardır.

Üçüncüsü: Allah namına vermek, Allah namına almak lazımdır.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisad öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem…

Beşincisi: Bir iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’i kanaatim oldu ki; halkların malını, hususen zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya me’zun (izinli) değilim…

Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber İbn-i Hacer diyor ki; “Salahat (Salihlik) niyetiyle sana verilen bir şeyi, salih olmazsan kabul etmek haramdır…”

İstiğnada Azimet ve Mukteda Bir Örnek

Mektubat’tan hulasa ettiğimiz ve Üstad’ın “dört-beş esbap” diye sıraladığı mezkur maddelerde başta muvahhid İslam âlimleri olmak üzere hizmet ehli İslam davetçilerine, vazifeleri noktasında çok hayati vurgu ve ikazlar bulunmaktadır.
Gerçek şu ki, Hz. Peygamber aleyhi`s-salatu ve`s-selam’ın sünnetine ittiba ile Allah(cc)’tan korkan İslam davetçileri her daim azimeti tercih etmişlerdir. Onlar için azimet ölüm kalım meselesi kadar önemli olmuştur. Ve zaten meselenin asıl düğümü de buradadır.

Çünkü azimeti terk etmedikleri için hapis, sürgün, işkence de dâhil büyük baskılara maruz kalmış nice İslam âlimi ve davetçisini biliyoruz. Bunların içinde şehadet şerbetini içenlerin sayısı da az değildir. Bir çırpıda vereceğimiz çok sayıda örneğimiz vardır. Üstadın kendisi de bu mükemmel örneklerden yalnızca bir örnektir.

Biz iyi biliyoruz ki, davasından taviz vermesi ve iktidarların şemsiyesi altına girmesi yolunda, Bediüzzaman ciddi ve büyük tekliflere muhatap olmuştur. Yaşadığı dönem bu gibi tekliflere çok açık olan bir dönemdi. Fakat o, baskılara maruz kalacağını ve hatta zindanlara atılacağını bile bile kendisine yapılan teklifleri reddetmiştir. Evet, bilerek Rabbani bir şuur ve nebevi bir anlayışla reddetmiştir. Kabul etseydi Bediüzzaman olamazdı. Örnek bir âlim ve mukteda bir üstad olmazdı.
Aksine Yol Tutanların Tutumu

Fakat aksine bir yol tutup tersinden hareket edenler de olmuştur. İlim ve konumlarına muvafık davranmayan nicesi de vardır ki azimeti terk etmişlerdir. Dolayısıyla İslam davet tarihinde ümmetin, toplumun ifsada maruz kalmasında ve İslam’ın öz kimliğiyle insanlara ulaşmamasında bu gibilerin günahı, vebali az değildir. Asıl konumuz bunlar olmadığı için tahribatlarına girmiyoruz. Bununla beraber şu kadarına müsaade isteriz.

Bu durumdaki âlimler ilim ve konumlarını ümmetin, toplumun hizmet ve ıslahı için kullanmamışlardır. Dertleri daha başka olmuştur. Korkuları ve endişeleri toplumun fesada gitmesiyle ilgili değil, kendilerine herhangi bir zararın ilişip ilişmemesi etrafında olmuştur. Bu da onları iktidar sahiplerine bir adım daha yakınlaştırmıştır. Bazı zaman olmuş bir parça menfaat için bazı zaman da korkularından emin olmak için böyle davranmakta herhangi bir beis görmemişlerdir. Dolayısıyla ilim ve kariyerlerini halkın hizmetinden ziyade minnetlerine girdikleri iktidar sahiplerinin emrine amade etmişlerdir.

Daha başka mülahazalarla bazı sebep ve tercihler öne sürenler de olmuştur. Ama o tercihleri onları güç sahiplerinin oyununa çekmekten başka bir işe yaramamıştır. Başlangıçta toplumu ıslah iddiasıyla ortaya çıktıkları halde, pratikte gördükleri zorlukları kaldırmayıp az bir zaman sonra bu iddialarının hilafına düşenler de olmuştur. Burada kalmamışlardır, ilimlerini ve kariyerlerini güç sahiplerine teslim etmekten başka yol bulamamışlardır. Daha başka bazı sebeplerin arkasına girip niçin mesuliyetlerini yerine getirmedikleriyle ilgili izahatlara girenler de olmuştur. Evet, bunlar olmuştur ve hala olmaktadır. Fakat biz bunları tartışacak değiliz.

Yalnız şunu deriz; bu başlık altında işaret edilenler, iktidar sahiplerini memnun etmek veya onların şerrinden korunmak adına yalnızca halka İslam’ı anlatmayı veya ıslaha yönelik nasihati terk etmemişler; bilerek veya bilmeyerek İslam’ın ve ıslahın insanlara ulaşması önünde direkt ya da dolaylı bir sed ve engelin inşasına da katkıda bulunmuşlardır.
Bu sıkıntıların tamamı Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde de olmuştur. Dönemin baskıları olumsuzluk yollarını çoğaltmıştır. Fakat Bediüzzaman bütün bu olumsuzlukların önünde imanının ve ilminin gereği olan Rabbani ve Nebevi duruşunu sonuna kadar muhafaza etmiştir.

Bu Bahisteki Son Söz: Sorun özel değil, geneldir. İslami mesuliyet ve davetin genel iklimiyle ilgilidir. Dolayısıyla sadece bir alandaki kabiliyetlerden söz etmiyoruz. Aksine davette bulunma salahiyetini edinmiş ve sırf bu maksatla insanlara giden sorumluluk sahibi her mü`mini bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu bir cemaat olabileceği gibi bir hareket, bir tarikat, bir grup da olabilir. Dernek, vakıf veya çeşitli kuruluşlar… Bu alanda hizmete talip olduğunu söyleyen herkes ve her kesim…

Diyebilirsiniz ki, iyi ama istiğnaya çok girmediniz, genelden gittiniz…

O halde bekleyiniz derim…

Allah’a emanet olunuz.

Muhammed Şakir / İnzar Dergisi 2012

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir