Peygamberimiz Cihada Ne Zaman Başladı
Sevgili Peygamber (sav), ashabıyla beraber Mekkede bulundukları sürece kendilerine yönelik tüm saldırılara ancak sabırla karşılık verdiler.
Ferdi olarak bazı meydan okuma vb. girişimler olmuşsa da programlı olarak müşriklerin ağır saldırılarına rağmen onlara fiili bir karşılık verilmedi. Yasir ailesi şiddetli işkenceler altında inlerken bile onların yanlarında geçmekte olan Allah’ın Peygamberi onlara: “Sabır ey Yasir ailesi” demekle ancak sabır tavsiye etmiş ve onlar için dua ve niyazda bulunmuştu. Ancak hicretin birinci yılının sonunda Allah (cc), Peygamberine cihad için izin verdi. Bu konuyla ilgili olarak inzal buyrulan ilk ayetler şunlardır:
“Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.
Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah`tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah`ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.
Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah`a varır” (Hac: 39–41)
Ayetlerde de görüldüğü gibi yıllarca inançları uğruna zulme uğramış olmaları sebebiyle sabırdan başka silah kullanmayan müminlere bundan böyle kendilerini savunmalarına ve gerekli karşılığı vermelerine izin verildi.
Artık Medine İslam devletinin temelleri atılmış ve İslam nuru Kisra ile Bizans saraylarını aydınlatmaya başlamıştı. İslam’ın böylesine hızlı taraftar bulması ve serpilmesi, düşmanların daha fazla azgınlaşıp saldırganlaşmasına neden oluyordu. İşte böyle bir merhalede cihada izin verilmesi, İslam düşmanlarının muhtemel saldırılarını def etmeye ve müminlerin de teyakkuz haline geçmelerine hatta savaş hazırlığı ve talimine başlamalarına vesile olmuştur. Daha sonra İslam tebliğinin önünde oluşan engellerin kaldırılması için İslam ordularının kurulması ihtiyacı doğdu. Böylece İslam’da cihadın amacı, sırf Allah’ın dinini yüceltmek ve O’nun rızasına nail olmaktır. Bu amaçla yapılan mücadele ile beşeri arzularının tatmini için yapılanlar bir olamaz. Sırf Allah için O’nun emri doğrultusunda yapılanlar mukaddes İslam cihadı iken; behimi arzularının tatmini için yapılanlar ise tamamen zulüm ve terördür.
Mekke’de bunca saldırı ve zulümlere rağmen cihada izin verilmeyişinin hikmeti nedir, gibi istifhamlar oluşabiliyor. Şüphesiz konuyla ilgili pek çok hikmet mevcuttur. Ancak burada bir kaç tanesini zikretmekle yetineceğiz.
1-Mekke’de İslam henüz yeni yayılıyordu. Fertlere tek tek gidiliyor ve gizlice İslami tebliğ yapılıyordu. Bu aşamada tebliğ faaliyetleri, tamamen akidenin inşasına ve dava adamlarının yetişmesine yönelikti. Dava adamlarının kâmil manada yetişmeleri için bazı bedellerin ödenmesi gerekliydi. Bu bedeller verilirken sabır, sebat ve hikmet gibi meziyetlerin kazanılmasıyla dava şahsiyeti vucud buluyordu.
2-İslam davasının herkese ulaşmanın en önemli yollarından birisi, şüphesiz sükûnet ve huzurun hâkim olduğu ortamlardır. Böylesi ortamların idamesi için gereken çabanın sarf edilmesi gereklidir. İslam düşmanları İslami gelişimi hazmedemeyip mevcut mümbit ortamı Müslümanların aleyhinde bozmak isterler. Bu nedenle mutlaka provokatif eylemlerde bulunacaklar. Müslümanların bu hususta dikkatli olmaları gerekir. Provokatif eylemlere karşılık vermek sürüklenmektir. Buna karşın Hz. Peygamber (sav) nasıl sabredilmesi gerekiyorsa ashabıyla birlikte yaşantılarıyla pratize etmişlerdir. Müslümanlar tarih boyunca rehberlerini takip etmelidirler. Onların Mekke’de on üç yıl boyunca çekmiş olduğu eziyet ve meşakkate karşı sergiledikleri sabır en güzel misal olmalıdır.
3-İnsanlar cahiliyeden henüz yeni yeni kurtuluyorlardı. Irkçılık taassubu had safhadaydı. İslam akidesiyle yoğrulan şahsiyetler, bu cahiliyeden tecerrüd etmeye çalışıyorlardı. Bu nedenle İslam’ın girdiği her evde hak batıl mücadelesi başlamıştı. Şayet müşriklerin saldırılarına şiddetle karşılık verilmiş olsaydı; her ev bir savaş alanına dönüşür ve toplum hercümerç olurdu. Oysa İslam’ın amacı toplumsal ıslah ve düzendir. Her şeyi hikmetle inşa eder. Mekke’de sabır silahıyla kuşanmak da hikmetin en güzel şekilde kullanılmasının neticesidir.
4-İslam dini henüz yeni va’z olunuyordu. Allah’ın emri olan: “Kendilerine ‘Ellerinizi savaştan çekin, …’ denilenleri görmedin mi?” (Nisa Suresi, 77) ayeti kerimeye göre Müslümanlar kendilerine verilen talimatın gereğini yapıyorlardı. Yoksa onların sabır ve sebatları, hâşâ onların cesaretsizlikleri değildir. Yeri gelince nasıl birer kahraman kesildikleri tarihe en güzel şekilde nakşetmişlerdir. Her ne pahasına olursa olsun Allah’ın emrine ittiba etmek; gerçek istikamet ve rüşte ulaşmaktır. Allah’ın emri bazen nefse ağır gelse de kişi ve toplumların kurtuluşu, İlahi fermana teslim olmadadır.
5-Cahiliye hamiyeti, saldırıya iki misliyle karşılık vermeyi gerekli kılardı. Allah Peygamberinin ashabıyla birlikte Mekke’de kendilerine yönelik fiili saldırılara karşı sabır ve hikmetle karşılık vermeleri en muannid düşmanların da kalplerinin yumuşamasına neden olmuştur. Hz. Ömer (ra)’in Müslüman olması, bu hikmetin neticesidir.
6- Müslümanların hedefi, insanların imanlarının kurtulmasıdır. Bu nedenle asli vazifeleri İslami tebliğdir. İslami tebliğin önü kesilir ve Müslümanların varlığına kast edilirse Müslümanlar, Allah’ın emri gereği cihad ile kutsal savunmalarını yapmakla mükellef olurlar. Dolayısıyla cihad saldırı değil savunmadır.
Günümüzde cihadın Mekki veya Medeni oluşu da tartışılmaktadır. Müslümanlar bugün hem Mekke’yi ve hem de Medine’yi duruma göre yaşamakla mükelleftirler. Bulundukları ortamların şartlarına göre pozisyon almalıdırlar. Müslümanlar, bulundukları toplumlarda şayet inançlarına yönelik bir saldırı yoksa ve İlahi emirleri yerine getirebiliyorlarsa; bu ortamın sükûnet ve huzuruna yardımcı olmalıdırlar ki, İslami tebliğ vazifelerini hakkiyle eda edebilsinler. Bu vesileyle dalalette bulunan insanlar inşallah hidayete ulaşırlar.
Ama İslam ülkesi, mülhid ve emperyalistlerin işgali altında ise ve Müslümanlar esaret altında zilletle yaşıyorlarsa şüphesiz İslam’ın bayraktarlığında kurtuluş mücadelesi vermekle mükelleftirler.
İleride işlenecek gazve ve seriyelerde de görülecektir ki, İslam’da Allah için cihad vardır. Emperyal emeller için savaş ve tedhişat yoktur. Dolayısıyla Müslümanlar, hiç bir zaman terörist olmamışlardır. Terörist eylemleri, ancak kâfirler ve işbirlikçileri icra ederler. Rabbimiz Müslümanları, terör ve teröristlerin şerrinden muhafaza buyursun.
M.Bahaddin Temel / İnzar Dergisi / Mart 2012