‘İstiklal Mahkemeleri ve İskilipli Atıf`
Zonguldak Çağrı Der`in bu hafta ‘İstiklal Mahkemeleri Ve İskilipli Atıf` konusu işlendi.
Bahadır Kurbanoğlu, ‘tarih önemli, yeni yeni konuşulmaya başlandı; insanların kişilik ve kimliklerini, akidelerini, düşünüş ve yaşayışlarını belirleyen, etkileyen bir olgu olarak tarih ihmal edilemeyecek verilere sahiptir’ ve ‘her ideolojinin bir tarih yorumu vardır, Kur’ana bakıldığında da özellikle kıssalara bakıldığında aynı durumun görüleceğini, hiç birimizin türedi olmadığını, söylenmemiş sözün, belirtilmemiş kanaatin kalmadığını’ ifade ederek konuşmasına başladı.
Kurbanoğlu, son yüz, yüz yirmi yıllık süreçte halka biçim verme, ‘bundan sonra böyle olacak’ diyerek yaşam tarzı dayatma anlamında İskilipli Atıf’ın seçilen bir öğe olduğunu, istiklal mahkemelerinin her ne kadar, olağan üstü şartların, savaş ve asker kaçakları gibi meselelerin ürünü olarak dikte edilse de istenen şekil/mana değişikliklerinin, halka nizamat vermenin, sindirme politikalarının bir argümanı olduğunun aşikar olduğunu belirtti.
Konuşmacı; 20-23’lü yılların 1. Meclisin bir nevi dengelendiği, kimi muhalefetin görüldüğü yıllar, 23-27’li yılların cumhuriyet değil, diktatörlüğün hazırlanması yılları, 27-38’li yılların ise diktatörlük yılları olarak ifade edilebileceğini söyledi. Bunu arşivlere (ki dönemin İngiliz arşivleri hala açık değildir), yapılanlara ve yapılmaya çalışanlara, devre dışı bırakılanlara, sergilenen tavırlara bakılarak görülebileceğini ekledi. Bu dönemin akabinde her türlü olaya normal mahkemelerin bakar olmasının; istiklal mahkemelerine gerek kalmamasına, ‘tek adam’ anlayışının yerleşmiş olmasına bağlanabileceğini belirtti.
Bahadır Kurbanoğlu, kimilerinin övgü manasında söylediklerinden Atatürk ve istiklal mahkemeleri ile ilgili elimizi/delillerimizi destekleyen bilgilere ulaşılabildiğini söyleyerek, ’diğerlerinin de olduğu gibi özellikle Ankara istiklal mahkemelerinin tamamen Mustafa Kemal’e bağlı olduğunu, heyetlerini onun atadığını, süreçleri takip ettiğini’ belirtti. Konuşmacı, Kazım Karabekir’in yargılanmasında yaşananları, onun Ali Fuat’a söylediklerini, kendi suikastı ile amaçlananları vb. düşündüğümüzde bazı Kemalist tarihçilerin bu mahkemeler için söyledikleri ‘hukuk vardı, bağımsızdı, şartların gereği işlemler yapılıyordu..’ tezlerinin havada kaldığını, sürecin yarım kalmaması, inkılapların tamlanabilmesi, tek adamlık olgusunun yerleşmesi, halkın istendik şekilde başkalaşımının sağlanması, muhalefetin tamamen sindirilmesi amaçları ile bile isteye, planlı, güdümlü bu işlerin yapıldığının çok açık olduğunun görülebileceğini söyledi.
Konuşmacı, istiklal mahkemelerinin İskilipli özelinde ‘şapka’ meselesi yünden mi il il dolaştığını, yoksa zaten dolaşacaktı da bunun gibi meseleleri kendisi mi icat ettiğinin iyi düşünülmesinin gerektiğini belirtti. Kurbanoğlu, Rıfat Börekçi be İstanbul müftülüğünün ‘başı açık namaz kılınabilir’ fetvaları ile Yaşar Nuri ve İsmail Yakıt’ın tv. ekranlarından anlattıklarının bilgi kirliliği ve anlam kargaşası doğurma amaçlı olduğuna dikkatleri çekti. Konuşmacı, İskilipli’nin Teali İslam cemiyeti (İngilizlerin özel arayışları) ile ilgili yaşadıklarını (bir belge düzenlenip altına atılan cemiyet imzası ile bu belgenin uçaklarla Anadolu’ya binlercesinin atılmasını, belgenin ihtilafçı İkdam gazetesinde çıkmasına rağmen İskilipli’nin milli mücadelecilerin gazetesi Vakit’e tekzip name yayınlatmasını), ‘frenk mukallitliği’ kitabı ile ilgili mahkeme yüzleşmelerini, Giresun mahkemeleri süreçlerini, Atıf Hocanın salıverileceği umudunu hep taşımasını, tanık olarak alındığını düşünmesini, zannedildiği (peygamberi rüyada görüp savunmadan vazgeçme) gibi bir durumun olmadığını, savunma süreçlerini, Necip Ali’nin 3-15 yıllık bir ceza öngörüsünü, Lozan’a dayanarak bir genel af olmasına rağmen bunun dikkate alınmamasını detayları ile anlattı. Sonuçta vicdani kanaatle(!) anayasayı tağyir suçu ile cezalandırıldığını, ‘kafanın içini değiştirmek için dış görünüşün de değiştirilmesi’ tezlerine kurban edildiğini ekledi.
Bahadır Kurbanoğlu, yakın tarihimizin ilk darbesinin 1924 ilk meclisinde yaşandığını, ikinci mecliste kısmen muhalefet izleri (Rauf Orbay dışarıya kaçıyor, affa rağmen gelmeyip, ‘tiyatroya alet olmak istemiyorum’ diyor) görülse de 1 Eylül 1927’de üçüncü meclis 316 millet vekili ile senaryoyu tamamlamış olarak yoluna devam etmiştir dedi.
Konuşmacı bir neslin köklerinin kopartıldığını, geçmişi ile irtibatının kesildiğini, o damarlarla insanımızın buluşabildiği vasatları bir tahayyül edersek; ‘’hafıza gitmiş, tedrisat ters yüz edilmiş -ki o günlerin dersiamları/müderrisleri insanlar bugünün akdemiysen, üniversite doçent ve profesörleri-, o günlerde Sebilürreşat’ta ‘Menar tefsiri’ mevzu bahis ediliyor’’ neler yitirdiğimizin farkına daha iyi varabileceğimizi söyledi ve İskilipli’nin oğlunun ‘O günlerde hiçbir delile ve belgeye dayanmadan yapılan hukuksuzlukları savunanlarla, bugün çuval dolusu bilgi ve belgeye rağmen ergenekeon ve kck gibi davalara itiraz edenlerin aynı kişi ve kimlikler olmasının manidardır, dikkatlerden kaçmaması gerekir!’ şeklindeki sözleri ile konuşmasını tamamladı.