Peygamber Sevdası
Ben sözlerim ile Muhammed`i (a.s.m.) övmüş, güzel göstermiş olmadım; aksine Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan bahsetmekle sözlerimi güzelleştirmiş oldum. (İmam-ı Rabbanî, Mektubât, 1: 58.)
Evet, bu cümle ile başlıyordu Müceddid-i Elf-i Sani İmam-ı Rabbani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi(k.s.) Peygamber(a.s.) ile ilgili sözlerine Mektubatında. Sözlerimiz ile övmedik, övemedik Seni diyordu Resul-i Zişana… Sözler Senin methini yapamazdı Ey Nebi. Diller anlatamazdı güzelliğini. Kelimeler düğümlenir, diller mecalsiz kalırdı vasfını anlatınca… Nasıl anlatsın ki bu diller Seni, nasıl vasfetsin ki kelimeler güzelliğini. Senin gibisini şu gök kubbe görmemişti, görmeyecekti. Senin gibisi âleme gelmemişti, gelmeyecekti. Bir daha şereflenmeyecekti âlemler gelişin ile… Ve bir daha Senden sonra açılmayacaktı gök kubbenin vahiy kapısı… Sen peygamberler kervanının son halkası. Hatemül Enbiya (a.s.)…
“Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır..." (Ahzab Suresi, 6) diye buyuruyordu âlemlerin rabbi olan Allah. Evet, müminler için her dönemde peygamber en sevgiliydi, en değerliydi, en vazgeçilmezdi. Ona söylenen kötü bir söz için yeryüzünü ateş çemberine döndürürdü müminler. Nebiye dil uzatılınca tüm dünyayı ayağa kaldırır, hakaret etmeye kalkana dünyayı dar ederlerdi. Onlar için çok değerliydi Nebi. “Sizden birinize Ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.”(Buhari, İman,8; Müslim, İman,69) diyordu ashabına peygamberlerin incisi. Kendisine duyulacak sevgiye ölçü koyuyordu. Her şeyden daha fazla sevmelisiniz diyordu Beni… Ananızdan, babanızdan, evladınızdan daha fazla, bu da yetmez malınızdan, mülkünüzden, ticaretinizden, ekininizden de daha fazla… Bu yeter miydi? hayır. Kendi öz benliğinizden de yani kendinizden de daha fazla sevmeliydiniz Beni… İman ancak böyle gerçekleşirdi. Ancak böyle mümin olunabilirdi. Ha! Sevgi sadece seviyorum demek değildi. Her şey ama her şey gerektiğinde feda edilmeliydi. Edilebilmeliydi. Teorisi dillere destan olan bu sevgi asıl değerini ise pratize olduğunda kendini gösterirdi. Bu sevgi Mecnun’un Leyla’ya olan sevdasından öte bir sevdaydı. Ya da Ferhat’ın Şirin’e olan sevgisinden üstün. Mem’in Zin’e olan aşkından da aşkındı bu aşk… Sevgi, fedakârlıktı… Gerektiğinde her şeyi ama her şeyi sevdiğine olan aşkıyla feda etmeliydi sevgili… Öyleyse Allah Resulüne duyulan sevgi tüm bu sevgilerden öte olmalıydı. Tüm âşıkları geride bırakmalıydı peygamber sevdalıları. Mecnun da, Ferhat da ve tüm âşıklar da imrenmeliydi peygamber sevdalılarına… Yeryüzünde hiç birimiz Muhammed(a.s.)ın sevildiği kadar sevilemedik. Hiçbir sevgiliye böyle aşkın bir sevgi gösterilmedi demeliydiler. Ve tarih buna şahitti ki yaratılmış hiçbir kula O’na(a.s.) duyulan sevgi kadar mertçe, yiğitçe ve de gönülden bir sevgi duyulmadı. Hiçbir kula O’na(a.s.) bağlanıldığı kadar bağlanılmadı. Adı dahi söylendiğinde yürekleri hoplatan, gözleri gözyaşlarına boğan, O’na(a.s.) kavuşma arzusuyla kalplerin titrediği başka bir isim yeryüzünde yaşamadı. Ve de hiçbir kula duyulan sevgi O’na(a.s.) duyulan sevgi kadar gönülden, yürekten olmadı. Sevdası tüm sevgilileri geride bıraktı.
Ebu Talha, Uhud savaşında Resulullah (sav)in önünde kalkan gibi duruyordu. Bir taraftan da ok atıyordu. Resulullah (sav) atılan okun nereye isabet ettiğine bakmak için vücudunu kaldırıyordu. Bu esnada Ebu Talha da göğsünü kaldırıp Resulullah (sav)e siper ederek şöyle diyordu: “Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah! Sakın Sana ok isabet etmesin.”
Resulullah(sav)in ölüm haberinin Uhud günü yayılması üzerine bazı Müslümanlar “Resulullah öldürüldü ise burada durmamızın anlamı ne?” diyerek savaş meydanından ayrıldılar. Ancak Enes bin Nadr(r.a.) bunlara karşılık şöyle haykırıyordu: “ Resulullah’tan sonra sizin yaşamanızın ne faydası var?”
Daha sonra şöyle dua etti: “Allahım! Ben onların söylediklerinden Sana sığınıyorum ve onların söylediklerinden dolayı Senden özür diliyorum.” Sonra kılıcını çekip müşriklerin üzerine atıldı ve şehit oluncaya kadar savaştı.(Fıkhu’s-Sire,262)
Yine Uhud Savaşı esnasında Peygamberimiz (sav)`i arkadan vurmaya çalışan bir kimsenin önüne Semmas B. Osman El Mahzumi adlı sahabe atılarak kendisini Resulullah`a siper etmiş ve aldığı ağır yara ile şehit olmuştur.
Hudeybiye antlaşması esnasında müşrikleri temsilen Resulullah (sav)le müzakere yapmak üzere Urve b. Mes’ud geldi ve Resulullah (s.av.) ile konuşmaya başladı. Konuşurken ikide bir Resulullah (sav)in sakalını eliyle sıvazlıyordu. Muğire b. Şu’be ise elinde kılıcı, başında miğferiyle Resulullah (sav)’in başucunda nöbet bekliyordu. Urve her elini uzattıkça, Muğire kılıcın kınıyla onun elini itiyor ve “Çek elini Resulullah (s.a.v)’in sakalından” diye ihtar ediyordu.
Daha sonra Urve, Resulullah (s.a.v.)’in ashabını göz ucuyla takip ediyordu: gördü ki; Onun ashabı, Resulullah(sav)’e hizmet etmek için adeta birbiriyle yarışırlardı. O konuşurken, herkes huzurunda sesini kısardı. Ona aşırı saygılarından dolayı yüzüne bile bakamıyorlardı. Urve, Mekke’ye geri dönünce şöyle dedi: “Ey kabile halkım! Ben nice meliklere elçi gitmişimdir. Ben Kayser’in, Necaşi’nin ve Kisra’nın huzurunda bulundum ama yemin olsun; Muhammed (s.a.v.)’e ashabının gösterdiği ta’zim ve itaatin hiçbir melike yapıldığına şahid olmadım. Size iyi bir hal çaresi teklif ediyor, onu kabul etmelisiniz diyordu.” (İbn-i Hişam syf:343–344)
Evet, Allah Resulünün sevgisi böyleydi. Yürekleri çoktan aşmış, hayata temel atmıştı. Ondan sonra şanlı Ashabı da, Tabileri de, Etba-ı Tabiini de ve günümüze kadar tüm mümin taifeleri de bu aşk ile yandı. Mevlana(1207–1273) ne güzel diyordu:
Ben sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr’ın yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım (Divan-ı Kebir, II/1331, Rubai, s. 134.)
Ya Yunus (1238–1321) bu sevdayı nasıl dile getiriyordu:
"Bir mübarek sefer olsa da gitsem
Kâbe yollarında kumlara batsam
Mah cemalin bir kez düşte seyretsem
Ya Muhammed canım arzular Seni".
Bu sevda yüzyıllarca dillerde dolandı durdu. Ve ahir zaman peygamberinin sevgisi 21. yüzyıla da damgasını vurdu. Salonlara sığmayan bu sevgi, meydanlara, bulvarlara taştı. Binlerle başlayan bu sevgi damlası yavaş yavaş milyonları içine alacak bir sele dönüştü. Ömürlerinin en güzel çağını Peygamberi insanlara anlatmaya adayan gençler, kadınlar ve erkekler sokak sokak, cadde cadde dolaşıp Peygamber Sevdasını anlattılar. Tüm insanlığı Peygamber Sevdalısı, Muhammed(sav) aşığı olmaya çağırdılar. Muhammedi bir iklimde, Muhammedi bir İslam’ı yaşamanın çabasını verirken en üstün sevdanın Peygamber sevdası olduğunu haykırdılar. Allah Resulünün sevgisini kalplerde sürekli diri tutmak gayesiyle milyarlarca salâvatı, binlerce Kur’an hatmini Peygamberi Zişan’a hediye ettiler. Esnafın camlarına, şehrin sokaklarına, insanların yüreklerine Muhammed yazdılar. Köylere, ilçelere, şehirlere sığdıramadıkları bu sevdayı ülke sınırlarının dışına da taşıdılar. Batı’nın bağrında Muhammed(a.s.)i haykırdılar.
Evet, 21. yüzyıl Muhammed(sav) in asrıdır. Artık gönüllerde Muhammed olacak, sokaklarda Muhammed olacak, meydanlarda Muhammed olacak… Kalemler O’nu yazacak, ekranlar O’nu anlatacak, sanal dünya O’nun çağrısını haykıracak. Böyle kutsi bir sevdadan uzak duranlara yazık olacak. Onlar Peygamberin yüzüne mahşer meydanında hangi yüzle bakacak.
Peygamber sevdasının hayatımızın her alanının Muhammedi olarak inşa etmesi dilekleriyle… wesselam…
Zülfikar Fırat / İnzar Dergisi Mart 2011